22 Aralık 2012
Güne aynı
odada kaldığımız Asya’lı aile ile uyanmak :)
Yorgunluk
öyle ağır gelmiş ki bedenime, uyandığımda ilk sorguladığım şey nerede olduğum
oldu..Evet, Paris’te bir hostel odasında, Asya’lı bir aile ile birlikte
kaldığımı hatırladım daha sonrasında..
Benden önce
uyanan anne ve çocukları beni rahatsız etmemek adına ışığı bile
açmamışlar..Karanlıkta zar zor eşyalarını arayan aileye uyanır uyanmaz ışığı
açabileceklerini söylüyorum..Bir rahatlıyorlar ki sormayın :)
Sıcacık
yataktan çıkmak istemiyorum hiç..Dışarıdan gelen yağmur sesi şimdiden
üşütüyor içimi..Kendi kendime, önümde beni bekleyen macera dolu bir 15 günün
olduğunu hatırlatıyorum..İyi geliyor kendimle konuşmak, nihayet yataktan çıkıp duşa
atacakken kendimi, Asya’lı anne özür dileyerek odaya geri
dönüyor..Ayakkabılarını giymeyi unutmuş, terlikle dışarı çıkınca fark etmiş
ayakkabılarının olmadığını..Güldürüyor beni sabah sabah..
Tüm hazırlıklarım tamam, şimdi Check-Out zamanı..
Tüm hazırlıklarım tamam, şimdi Check-Out zamanı..
Kendimi
hostelden dışarı atıyorum..Ve işte Paris sokakları küçük gezgini karşılamaya
hazır..İçimden geçiriyorum ”Seni gidi küçük cenagaver!” derdi Çisot şimdi burada olsaydı :)
Tabi önce
kahvaltı edebilecğim bir Pâtisserie bulmam gerek :)
Evet, tam da
istediğim gibi bir yer..Bu arada artık Fransızca konuşmaya alıştığımı fark edip, siparişimi Fransızca veriyorum :)
“Bonjour
Madame, une croissant, un jus d’orange et un café au lait s’il vous plaît!”
Her ne kadar
Türk Kahvaltısını hiçbir şeye değişmesem de, Fransız kahvaltısıyla da güne
başlamak ayrı bir keyif oluyor benim için, yüzümde kocaman bir gülümseme,
karnım da tok artık, yola çıkmaya tamamen hazırım !
İlk
durağımız: Gare de L’Est
Trenim geldi,
içimde garip bir duygu, heyecan mı desem telaş mı desem bilemiyorum! Tren
tıklım tıklım dolu, son anda trene yetişmek için koşan insanlardan biriyim
bende artık !
Oturacak yer
bulamayınca bu yolculuk boyunca her şeyim olan bavulumun üstüne oturuyorum,
karşımda yaşlı bir teyze gülümsüyor, bende ona gülümseyerek karşılık veriyorum,
insanlar mutlu, insanlar sevecen, insanlığı hala içinde yaşatabilen insanları seviyorum!
İlk
istasyonda tren az da olsa boşalıyor ve ben nihayet kendime bir yer
bulabiliyorum..O sırada arkamdaki adamın telefonu çalıyor, adam Türkçe
konuşmaya başlıyor ama ben sesimi çıkarmıyorum..Kimseyle tanışmak, kimseyle konuşmak
istemiyorum, kendimi anlatmak ve kimseyi dinlemek istemiyorum, kendimle baş başa kalabilmek için buradayım..
Bir buçuk
saatlik yolculuk boyunca sakarlığım tutuyor yine, karşımdaki adam kendini
tutamıyor, gülüyor..Fransızca bir şeyler söylüyor, anlamadan gülümsüyorum,
Fransızca’ya hakim olmadığımı anlıyor, o da gülümsüyor..
Evet, artık
Rouen’dayız..İnsanlar ellerinde bavulları, çoğu çoluk çocuklu, bir telaşla
iniyorlar trenden..Telaşlarının sebebi belli..Kavuşma telaşı, sevdiklerine
kavuşma arzusu..
O sırada bir kız çarpıyor gözüme, trenden iner inmez yaşlı bir çift karşılıyor kızı..Yaşlı kadın sarılıp yanaklarından öpüyor kızı, doyamıyor, birer kere daha öpüyor..Kız tepkisiz..Daha sonra yaşlı adam..Öyle içten sarılıyor ki yaşlı çift kıza, belli ki kız seviliyor çok..Ama bu durumdan çok hoşnut değil gibi..Ne kadar şanslı olduğunu bilmiyor halbuki..Babaannem düşüyor aklıma, içim burkuluyor..Bir daha onun bana sarılamayacağını bilmek, bir daha biz yanından ayrılırken ağlamayacağını bilmek, bizi camda dört gözle bekleyemeyeceğini bilmek canımı acıtıyor..
O sırada bir kız çarpıyor gözüme, trenden iner inmez yaşlı bir çift karşılıyor kızı..Yaşlı kadın sarılıp yanaklarından öpüyor kızı, doyamıyor, birer kere daha öpüyor..Kız tepkisiz..Daha sonra yaşlı adam..Öyle içten sarılıyor ki yaşlı çift kıza, belli ki kız seviliyor çok..Ama bu durumdan çok hoşnut değil gibi..Ne kadar şanslı olduğunu bilmiyor halbuki..Babaannem düşüyor aklıma, içim burkuluyor..Bir daha onun bana sarılamayacağını bilmek, bir daha biz yanından ayrılırken ağlamayacağını bilmek, bizi camda dört gözle bekleyemeyeceğini bilmek canımı acıtıyor..
Ölüm, bu
hayattaki tek gerçek sensin, en acı gerçek..Artık biliyorum..
Ve tam şu
anda içten içe sevildiğini anlamayan o kızı eleştiren ben, o kızın yerindeyken
sevdiklerimin kıymetini bilmediğimi anlıyorum..
Ölümü bilmediğimden olmalı..Ölümle tanışmamış olduğumdan olmalı..
Oysa ne kadar çok isterdim, şikayet ettiğim her şeyi bir kere daha yaşamayı..
Ölümü bilmediğimden olmalı..Ölümle tanışmamış olduğumdan olmalı..
Oysa ne kadar çok isterdim, şikayet ettiğim her şeyi bir kere daha yaşamayı..
Babaannemin
söylenmelerini, kaprislerini, “Kulaklarım duymuyor” dediğinde babamla
fısıldayarak konuşmalarımızı duyup bize kızmasını..Evet, geri döndüğümde
bulamayacağım, bir daha yaşayamayacağım tüm bu anları birer kere daha yaşamayı
ne kadar çok isterdim..
Trenden
indiğim anda içimi bir burukluk kaplıyor..Herkesi bir karşılayan var..İstasyon tıklım
tıklım..Yolculuk eden insanların kalabalığı yetmiyormuş gibi, bir de onları
karşılamaya gelenler..Seviniyorum sevdiklerine kavuşanlar adına..Onlar adına
mutluyum tam şu anda..
Trenden indim
inmesine, ama nereye gideceğimi bilmiyorum..Tam o sırada bir anons: Le Havre’e
giden tren kalkmak üzere..Le Havre, Manche kıyısında bir şehir..Evet,
gitmek istiyorum, belki de istediğim gitmek değil ama içimi burkan bu tren
istasyonunda kalmamak..Önce geri dönüş trenlerini kontrol ediyorum..Tahminime
göre çok büyük bir şehir değil, 3-4 saatin bana yeteceğini düşünüyorum ve
atlıyorum trene..
Yalnız
olmanın en güzel kısmı bu işte, aklın ve kalbin tamam diyorsa, seni durduracak
bir sebep yok!
Yol boyunca yazıyorum, yazdıkça rahatlıyorum..
Yol boyunca yazıyorum, yazdıkça rahatlıyorum..
İşte geldik:
Le Havre
Hava
yağmurlu..İstasyondan çıktığım anda terk edilmişlik kokusunu alıyorum..Terk
edilmiş bir şehir burası, henüz bilmesem de, hissediyorum..
Etrafımda
yaşam belirtisi yok..İstasyonun önünde bekleyen kadına şehir merkezine nasıl
gidebileceğimi soruyorum, gülümsüyor kadın..Elinde araba anahtarı, onunla
gidebileceğimi söylüyor..Nezaketi için teşekkür ediyorum..Amerika’da yaşadığım
aynı korku dolu macerayı bir kere daha
yaşamamak için, kibarca geri çeviriyorum teklifini..
Tren
istasyonunun tam karşısında bulunan otele giriyorum, herhangi birinden yardım
almam şart bu yaşam belirtisi olmayan şehirde..
Adam şehir
merkezine tramvay ile gidebileceğimi söylüyor..Ama tercih etmiyorum..Gezip
görmeye geldim, toplu taşıma kullanmaya değil..O sırada
gözüme bir Kebap-Döner büfesi çarpıyor..Türk olduklarından eminim..En iyisi
gidip içeridekilere sormalı bu şehirde ne yapılır, nereye gidilir..
“Merhaba”
diye içeri girince seviniyor adam..Yardımcı oluyor elinden geldiği kadarıyla..O
an anlam veremediğim meraklı bakışlarla sorguluyor beni
“Bacım, belli
ki turistsin, sen neden buraya geldin?” der gibi..
Şehir merkezi
ve Manche'ı bulmak için yürüyorum..Büyük yük gemilerini gördüğüm anda
seviniyor içimdeki..Sonunda Manche'a geldik diye..Ama yanıldığını
farkında değil henüz..Sonra öğreniyor ki, Seine Nehri burası..
O zaman
diyor, hadi gel resim çekelim..Tek başına zor iş tabi bu..Bir çözüm bulmalıyım
bu resim olayına derken, bavulum "Ben buradayım" diyor..Evet, harika..Yol
arkadaşım, bavulum, şimdi de Tripod görevini görüp bir kere daha işime
yarıyor..Ortaklaşa çalışmamız sonucunda ortaya benim de içinde bulunduğum
birkaç kare çıkıyor..
Yürümeye
devam..Seine Nehri’ni bulduk ama aklım Manche Denizinde benim hala..Onu görene
kadar rahat yok bana..Bu arada fark ediyorum ki açım..Manche Denizinin
kıyısında bir şeyler yerim diye erteliyorum yemeği..Önüme gelen insanlara
soruyorum yarım yamalak Fransızcamla..Geçiştiriyor çoğu, kimi sağa, kimi sola
yönlendiriyor beni..Şapşala dönüyorum..En sonunda asil bir Fransız Madame'ı ile
karşı karşıya geliyorum..Kadın anlıyor beni ve başlıyor Fransız aksanıyla İngilizce
konuşmaya..Hoşuna gidiyor benimle konuşmak..Anlatıyor da anlatıyor..Ve buradan
şunu anlıyorum ki, Manche Denizi şehrin diğer kısmında kalıyor, yani kalan 3
saatimde onu görmem imkansız..Neyse diyorum, o zaman artık şehir merkezini
bulup bir şeyler yemenin zamanı geldi..
Şehir
merkezini bulmak sandığımdan daha çok zamanımı alıyor..Yürüyorum
da yürüyorum..Ve işte karşıma çıkan nadir yapılardan
biri..
“Ben neden bu
şehirdeyim?” diye sorarken kendime,karşıma iki
Noel Baba çıkıyor..Baba-oğullar anladığım kadarıyla..Gülümseyerek
şeker alıp almak istediğimi soruyorlar..”Je
suis désolée..Je n’aime pas şeker” Hala bir
şehir merkezi bulabilmiş değilim ama kendimi bir balık
pazarında buluyorum..Aç olan midem balık kokusunu duyunca
guruldamaya başlıyor..Artık tek istediğim, açlıktan bayılmadan önce yemek
yemek..
Yaşlı bir
çift geçiyor yanımdan..Şehir merkezinde yemek yiyebileceğimi söyleyip yolu
tarif ediyorlar..Merkez dedikleri küçücük bir meydan..İspanya’daki Plaza Mayor
mantığı..Çevresi kafelerle dolu olan, tam ortada ise, kapalı bir pazar alanı
olan bir meydan..
İnsanlarda
Christmas-Eve telaşı..Çevre
kafelerde yiyecek bir şeyler arıyorum fakat yemek
saatinden önce mutfakları açılmadığından midem yine hüsrana uğruyor..Etraftaki kafe ve restaurantların
azlığına rağmen, meydandaki
Pâtisserie çokluğu şaşırtıyor beni..Karnım aç olduğundan, hiç birinden hiç bir şey alamasam da, gözüm tatlıya doyuyor..
Bu sırada büfenin pisliğine takılıyor gözüm, bir an midem
kalkıyor..Ama açım, başka şansım yok..Gözümü bu Türkiye gerçeğine kapatıp,
bağrıma taş basıp alıyorum ekmek arası dönerimi..Kadın somurtkan, gülümseyerek
teşekkür etmeme rağmen cevap vermiyor..Kısa sürede alıştığım Fransız kibarlığı
ve güler yüzlülüğünden sonra bu kabalık fazla geliyor..Sinirleniyorum ister
istemez..
|
Her ne ise, en azından doyacak karnım..Elimde ekmek arası
dönerim, tramvaya binip, istasyonda iniyorum..Bu arada karnım doyduğunda,
elimde kalan dönere daha fazla devam edemiyorum..Büfenin pisliği aklıma
geliyor, midem kalkıyor ve daha fazla yiyemiyorum..
Meraklı bakışlarla karşıdan karşıya geçiyorum, küçük bir
çiçekçiye çarpıyor gözüm..Adres tarifinde her zaman iyidir çiçekçiler, içeri
giriyorum..Adam güler yüzlü bir şekilde gösterdiğim adrese bakıyor, belli ki
bilmiyor..Tam teşekkür edecekken, çekmeceden bir harita çıkarıp başlıyor
aradığım sokağı haritada aramaya..Kısa süre içinde buluyor..Tarif etmesi yeter
diye düşünürken, takip etmem gereken yolu çizip elime tutuşturuyor haritayı,
şaşkınlıkla teşekkürlerimi iletiyorum..Ve son zamanlarda yaptığım gibi,
müteşekkir bir ifade ile gülümsüyorum..
Le Havre’dan sonra çok canlı geliyor sokaklar..İnsanlar cıvıl cıvıl..Nedense Pau’yu hatırlatıyor bana Rouen..Ve ne kadar zaman geçmiş her şeyin üstünden diye düşünmekten alamıyorum kendimi..
Nihayet oteldeyim artık..Şansıma iki kişilik oda tek kişilik odadan daha ucuz..Bu durumda tabii ki de çift kişilik odayı tuttum..Bu 15 gün
boyunca rahat uyuyacağım birkaç geceden biri bu gece..Odama çıkar çıkmaz
kendimi yatağa atıyorum..Ayaklarım çizmeden kurtulmanın rahatlığını
yaşıyor..Elimi yüzümü yıkamak canlandırıyor beni..Çok oyalanmadan dışarı çıkmam
gerekiyor, yoksa biliyorum, geç olduğunda yemek yiyecek, en azından bir şeyler
atıştırıp açlığımı bastıracak bir yer bulamayacağım..Bedenim yorgun, karşı
çıkıyor bana, dinleniyorum bir süre..Bir yandan da Paris'i yazıyorum..Uzun zamandır aklımdaydı yazmak..Gezip, görüp, yazmak..Ve işte tam
zamanı diyorum..
İçim ürperiyor, odama geri dönüp sımsıcak bir uyku uyumak istiyorum..Ama tam doymamış karnım bana engel oluyor..İnatla atıştırmalık bir şeyler bulabileceğim bir yer arıyorum..Boş sokaklardaki tarihi binaların arasında, korkuyla yürürken, nihayet açık olduğunu ışıklarından anladığım bir yer çıkıyor karşıma..Ve işte bu yorucu günün en güzel kısmı: “La Creperie Bleue”
Dışarı çıktığımda geç oluyor..En azından küçük bir tur atıp, bir şeyler
atıştırıp geri dönerim diyorum..O sırada karşıma “Cathedrale Notre Dame de Rouen” çıkıyor.. Gotik mimari her zaman ürkütmüştür beni..Hele bir de saat akşam 10 ise ve sokaklar boş ise, daha da
ürkütücü..
ürkütücü..
İçeride Fransız sıcaklığı, masalar dolu..Çoğu şarap içiyor, ben bir çay istiyorum, bir de Nutella'lı krep..
Krep ve
çayın gelmesi uzun sürmüyor..Tabii aç olduğum için benim onları yemem de..Tam
hesabı öderken, gözüme bir şey çarpıyor..Minik minik fincanlar..
"Keşke siz de yanımda olsaydınız Miniklerim..Ve keşke beraber bu fincanlarda
çay içebiliyor olsaydık.." diye geçiriyorum içimden..
Artık tek istediğim odama gidip uyumak..Önce Miniklerle konuşuyoruz
birazcık..Daha doğrusu saçmalıyoruz! 20 dakika içinde 100 tane konudan konuya
atlayıp, hiçbir şey olmamış gibi farklı konulardan devam edebilmek sadece bize özgü
sanırım..Ve onları ne kadar özlediğimi bir kere daha anlıyorum..
Burçin var bir de tabi..Her gittiğim yerden yazıyorum ki merak etmesin
evimizin küçük üyesi..İyi ki evimizdesin sevgili büyük elçim Burçin, içim öyle
rahat ki seni orada bıraktığımdan :)
Evet, işte beklediğim an..Başımı yastığa koyuyorum..”Bana Bir Masal Anlat
Baba”yı açıp kapıyorum gözlerimi..Ne zaman dinlesem huzur verir bu şarkı
bana..Çocukluğuma dönüyorum her dinleyişimde..Her dinleyişimde annemi, babamı,
evimi, kardeşimi, çocukluğumu özlüyorum..Her dinleyişimde babamla “Süper Baba”
izlediğimiz zamanlara dönüyorum..Belki de bu yüzden bu kadar huzurlu
uyuyakalıyorum bu şarkıyı dinlerken..İçimden tekrarlıyorum kimi zaman..Öyle
anlamlı geliyor ki sözleri “Bana bir masal anlat baba, içinde tüm sevdiklerim,
içinde İstanbul olsun..”
Uykuya dalmadan önce babaannem düşüyor aklıma..Onun bana öğrettiği duayı
tekrarlıyorum içimden..Her anısı içimde kalsın istiyorum ve kapıyorum
gözlerimi..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder