13 Ocak 2013 Pazar

Brüksel I. :)



28 Aralık 2012


Sabah 6.30da, içimde Prag’ı yarım bırakmanın burukluğu ile yola 
çıkıyorum..Söz Prag, geri döneceğim sana, söz büyülü şehir !
Sadece 4 saat uyumama rağmen, kendimi ne yorgun, ne halsiz hissediyorum..Yeterli enerjim var..O zaman hadi yazmaya diyorum kendi kendime ve günün ilk ışıklarında yazmaya veriyorum kendimi..İlk durak Düsseldorf, Almanya’dayız..Karnım öyle aç ki, gözüm dönüyor bir an..Kendimi küçük bir İsviçre kasabasında buluyorum..
Gözüm mantar sotelere takılıyor.. Yasin bunları nasıl yerdi diye geçiriyorum içimden..
Yemek yapan erkeklere duyduğum hayranlık, ya babamdan ya kardeşimden geliyor ama yemek yapan erkek bir başka görünüyor gözüme..İzlemeyi seviyorum..Erkek veya kadın, eğer bir insan aşk’la yapıyorsa yemeği, işte o zaman izlemeye doyamıyorum.Yiyecek bir şeyler seçmeye çalışırken, gözüm bir ufaklığa takılıyor..
Küçük bir çikolata evin önünde duruyor küçük kız.. Merak ediyorum.. Gelecekteki kızımı merak ediyorum..
Gelecekten bugüne döndüğümde, ikinci trenime yetişmem gerektiğini fark ediyorum..Ve ikinci trendeyim..Almanlara olan ön yargımı kırma aşamasında olsam bile, Alman teknolojisine hayran kalıyorum..Şu 10 gün içinde o kadar trene bindim, Alman trenleri gibi konforlusu ve temizi yok..
Ve yazmaya devam..:)
Trende pasaport kontrolü, karşımda sert ifadeli bir Alman polisi..Öyle mekanik duruyor ki, öyle duygusuz ve sert ki, içim ürperiyor..Ters giden bir şey olmasa bari diye düşünüp veriyorum pasaportumu..Neden vizemin olmadığını sormasına fırsat vermeden, İspanya’da oturma iznim olduğunu belirten Geri Dönüş İznimi de eline tutuşturuyorum..Polisin suratında bir şüphe..Bir dakika bir sorun var deyip, belgeleri alıp gidiyor..İçimden yandık diye geçiriyorum..Anlat anlatabilirsen..
Aradan uzun bir süre geçtikten sonra gülümseyerek geliyor yanıma,  belgelerimin tam olduğunu, bir sorun olmadığını söylüyor, rahatlıyorum..Bir sonraki durak Frankfurt
Trenden iniyorum..Köln trenini arıyor gözlerim..Bulamayınca görevliye sormanın iyi olacağını düşünüyorum..
VE
Çok güzel..Yanlış istasyondayım..Köln’e giden tren, Frankfurt hava alanından kalkıyor..Hemen hava alanına nasıl gidebileceğimi öğrenip başlıyorum koşturmaya..Sorun şu ki, eğer bu treni kaçırırsam, bir sonraki Belçika trenine de yetişemeyebilirim..Hava alanını bulduğum anda Köln’e giden tren çoktan gitmiş oluyor..Ama yine de şanslıyım..Köln’e sık sık tren var..Başka bir tane bulup atlıyorum hemen..Bu trenden indikten 4 dakika sonra Belçika trenim..İçimde ise yetişebilme umudu..
Bu kadar aksiliğe rağmen, yüzümde şapşal bir gülümseme..
Şansıma mı şanssızlığıma mı desem, tren rötar yapıyor..Alman Tren Görevlisine gidip, bundan sonra bir trenim daha olduğunu, 5 dakika ile kaçıracağımı, istasyonu arayıp rötarı bildirip bildiremeyeceğini soruyorum..Dalga geçer gibi yüzüme bakıp tabi ki de hayır diyor..Ve ben Belçika trenini kaçırıyorum..
Hemen Kahina, Odile ve Arno’ya haber vermeliyim diye geçiriyorum içimden..
Ve nihayet akşam 10.30’da Brüksel’deyim..Toplamda 5 tren, 1 metro değiştirdim ve yolculuğum tam olarak 16 saat sürdü..Böylece rekorumu kırmış bulunuyorum :)
Almanya’nın tüm tren istasyonlarını biliyorum artık: Düsseldorf, Berlin, Frankfurt, Köln:)
Ve işte karşımda beni bekleyen Kahina&Arno&Odile üçlüsü..Kendimi bir an için çok mutlu hissediyorum..4 ay önce bana yabancı olan, şimdi ise beraber vakit geçirmekten hoşlandığım üç arkadaşım..Konuşuyoruz bol bol..Tren rötarlarından dolayı uzun bir süredir beni bekliyorlar..
Evet, Brüksel şehir merkezindeyiz..:)
Şehir merkezi, küçük ama ışıl ışıl..
Belediye binası ve katedralin çevrelediği Grote Markt..
Ben hayranlıkla etrafıma bakınırken, Kahina gururla sunuyor Brüksel’in High-Technology çam ağacını..
Üç Belçikalı ile birlikte olunca kendimi barlar sokağında bulmamak imkansız..
Ve işte Delirium, Brüksel’in en ünlü barının önündeyiz..İçeri giriyoruz ama ilerlemek imkansız..İçerisi öyle kalabalık ki, dayanamayıp çıkıyoruz..Ve artık Kahina ve Arno için gitme zamanı..Son trenlerine yetişmeleri gerekiyor..Hep birlikte tren istasyonuna doğru yol alıyoruz..O sırada Arno bana Brüksel’in simgesi olan “Mankene Pis” i göstermeleri gerektiğini söylüyor..Görelim bakalım diyorum, Mankene Pis'e doğru yol alıyoruz :)
1619'da yapılmış çeşme, bir efsaneye göre, Brüksel’de çıkan bir yangını çişiyle söndüren çocuğu sembolize ediyor..
Bir de bu heykelin kızını yapmışlar..
Derken tren istasyonuna geliyoruz, artık Arno ve Kahina’dan ayrılma zamanı..
Kahina çok iyi hissetmiyor kendini, onu öyle buruk bırakmaya içim el vermese de, Odile’in ona iyi bakacağından eminim..
Kahina ve Arno'ya veda ederek, , Odile’in evinin yolunu tutuyoruz..Brüksel’deki evsizlerin çokluğu şaşırtıyor beni..Ve bir de sokakta rahat yürüyemenin verdiği rahatsızlık..Odile sevmiyor Brüksel’i..Annesi Brüksel yakınlarında küçük bir kasabada yaşıyor küçük kardeşi ile..Odile ise diğer kardeşi, babası ve babasının eşi ile Brüksel’de..
Nihayet evdeyiz..Aç olup olmadığımı soruyor, bizim küçük Belçika'lı.. :)
Ve açım, hemde çok..
Harika bir mutfak karşılıyor bizi, eve girdiğimizde..
Dolabı açıyoruz..Elimizde olan tek şey Fransız Peyniri ve ekmek..Daha ne isterim.. :)
Tatlı bir sohbetle iyi gidiyor..
Odile’in de benim de kapanıyor gözlerimiz yorgunluktan..
Ve günün en komik kısmına geliyoruz..Nevresim işleri ve Odile :)Artık yataklarımız hazır..Tek ihtiyacımız olan şey, derin bir uyku..
Belçika'yı ve Brüksel'i yarına bırakıp, bu geceye gözlerimi 16 saatlik yolculuğumun yorgunluğuyla, düşünmeden, sorgulamadan, hissetmeden kapıyorum..



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder