1 Ocak 2013 Salı

Viyana II. :)

26 Aralık 2012

Yorgunluktan olsa gerek..Yolculuğumun 6. gününde, uyanamıyorum artık kolay kolay..Gözümü açtığımda 11'e geliyor saat, içimde bir evde uyanmanın huzur ve rahatlığı..
İçten içe teşekkür ediyorum Barlas'a bir kez daha..
En büyük sorunumuz: Buz dolabı boş, süpermarketler kapalı..
"Nutella'lı ekmek yer misin?"diye soruyor Barlas
"Yemez miyim, canıma minnet" cevabım..İki Nutella'lı ekmek ile doyurmaya çalışıyoruz karnımızı..
Viyana sokakları bizi bekliyor..
Atıyoruz kendimizi evden dışarı..Otobüse biniyoruz, dünden beri sıkılmadık konuşmaktan, hala anlatmaya devam..
Otobüsten inip metroya bineceğimiz noktada karşımızda duran binanın ne olduğunu bilip bilmediğimi soruyor Barlas, tabi ki de bilmiyorum..Tahmin etmeye çalışıyorum..Tahminlerimin arasında gözlem kulesi, müze ve bunun gibi şeyler..Bir türlü tutturamıyorum..Ama artistik bir yapı olduğu kesin..
Tahmin edemeyeceğimi anlayınca pes ediyor Barlas, başlıyor anlatmaya, ben ise şaşkınlıkla dinliyorum..
"Henüz inşaat halinde olan bu bina Viyana'daki çöp toplama merkezi..Tüm çöpler burada toplanıp, ayrıştırılıyor..Ve ortaya çıkan kimyasal enerji, Viyana'ya sıcak su üretiminde kullanıyor"
Şaşkınlıkla dinlediğim bu açıklamaya ilk yorumum:
"Bunu bana daha önce söyleseydin, duş almazdım Barlas"
Şaka bir yana, gerçekten şaşırıyorum..Bir an gözümün önüne, İstanbul'da Dudullu-Ümraniye taraflarında olduğunu bildiğim çöp toplama alanı geliyor..Hemen kapıyorum gözümü, düşünmek ve bu iki sistemi-Viyana'nın sistemi, İstanbul'un sistemsizliğini- karşılaştırmak istemiyorum..
Yolumuza devam ediyoruz..Rotayı Barlas çiziyor, ben ise keyifle ona ayak uyduruyorum..İlk hedefimiz: Mc Donald's
Sabah sabah Mc Donald'sa gidilir mi demeyin, uyanıp evden çıkmamızla öğlen oldu..
Mc Donald's yemeye alışık olmadığımdan menüyü detaylıca inceliyorum..En sonunda bana uygun ve diğer menülere nazaran daha sağlıklı olduğunu düşündüğüm bir şey buluyorum : Veggieburger 
Siparişimi verecekken İspanyolca'dan İngilizce'ye dönemiyorum..Ortaya karışık bir dil çıkıyor sonunda, engel olamıyorum..
Bunu fark eden Barlas uyarıyor beni, Türkçe konuşabileceğimi söylüyor..
Nasıl yani diye şaşırıyorum..Dikkatimi çalışanların aralarındaki konuşmaya verince anlıyorum ki hepsi TÜRK!
Avusturya'da karşılaştığım Türk sayısının haddi hesabı yok..Her gittiğimiz yerde mutlaka bizden başka Türkçe konuşan birileri ile daha karşılaşıyoruz..Barlas alışmış buradaki Türk kolonilerine, ama ben alışamıyorum..
Yemeğimizi yerken Barlas anlatıyor, ben dinliyorum..Derin mevzuları var, konuş konuş bitmiyor..Bazen konuşmak da anlatmak da çözüm değildir ya hani, işte tam da o durum..
Biz tam kalkmak üzereyken yaşlı bir teyze yaklaşıyor masamıza..Titreyerek, konuşmakta zorlanarak Almanca bir şeyler söylüyor..Anlamıyorum, Barlas'ın yüzüne bakıyorum, tepkisinden, yüz ifadesinden ne olup bittiğini anlamak için..
"Oturacak yere ihtiyacım var.." diyormuş, masamızı veriyor, bu bahane ile de şehir turuna başlamak için kendimizi Viyana sokaklarına atıyoruz..
İşte karşımızda "Hundertwasser Village" 
Bu bölgenin özelliği, evlerin, duvarların, merdivenlerin kısacası etrafınızda gördüğünüz her şeyin rengarenk ve yamuk olması..


Friedensreich Hundertwasser, 

Viyana doğumlu Yahudi kökenli bir ressam olarak sanat hayatına başlıyor..Fakat daha 


sonra, dizayn ve mimariye 
merak salıyor..Amacı ise, bir 


yandan sanat yaparken, bir yanan da insanlar için, çevre dostu 


yaşam alanları oluşturmak..

Evlerin içinde insanlar yaşadığından merak ettiğimiz evleri göremiyoruz, müze ise bugün kapalı..Hava öyle soğuk ki kendimizi Hundertwasser Pasajı'nda buluyoruz. Pasajın içi de dışı gibi yamuk..Hediyelik eşya dükkanları minik minik, etrafa dizilmişler..Ortalarında bir bar..
"Barlas bir JaegerMeister'a daha ne dersin?" diyorum, tabi ki de kabul ediyor..
Barmen Amca geliyor yanımıza, iki JaegerMeister söylüyoruz..İçimiz ısınsın..
Amca, aramızda Türkçe konuştuğumuzdan olacak,  başlıyor bizimle Türkçe konuşmaya..O da Türk'müş..30 Sene önce gelmiş Viyana'ya okumak için..Öğrenci olduğu dönemde bir de evlenmiş..Evin sorumluluğu, okulun beklentileri, çocuğun sorumluluğu, para kazanma derdi derken, evlilik ve okulu beraber yürütemediğine karar vermiş..Okulu bırakmış, başlamış çalışmaya..Bu arada gururla ekliyor "Zaten benim ikinci üniversitemdi..Akdeniz Üniversitesi'nde Turizm Otelcilik okudum, daha sonra Viyana'ya İşletme okumaya geldim. Ama baba bankası çok güçlü olmadıkça yurt dışında okumak çok zor.."
Anlatmaya devam ediyor amca..İçinde memleket hasreti, gözlerinden belli, sesinin titremesinden belli..O sırada iki turist yaklaşıyor bara, bizden görmüş olacaklar, iki "JaegerMeister" söylüyorlar..Amca geri dönüyor yanımıza, gözlerinde sevinç, belki de gençliğini görüyor Barlas'a baktıkça..Belli ki gençliğini özlüyor..
Ağzından çıkan, boğazında düğümlenen kısa bir cümle "Gençler 17-18'inde çıkar gurbete, içlerinde umut, böyle benim gibi saçları beyazlayınca dönüp bakarlar geriye.."
O an, ülkemden, dilimden, kültürümden uzak geçen bir ömür düşünüyorum..Canımı acıtıyor bu düşünce..
Evet, evimden, ülkemden, ailemden uzak yaşayabilirim..İçimdeki gitme aşkıyla, durmadan gidebilirim..
Ne kadar gidersem gidiyim, geri dönmek istediğim tek bir yer var benim..Evim, ailem, ülkem..
Ben tüm bunları düşünürken, amca:
"Durun, bir JaegerMeister da ben ısmarlayayım size, reklamımı yaptınız, öğrencinin halinden emekli öğrenci anlar" diyor
Hayır demiyoruz, kibarca teşekkür edip, bir shot daha yapıyoruz..
Bu arada artık tek dikişte içmeyi öğrendim Jaeger'ı..Barlas kendiyle gurur duyuyor sanırım sonunda bana bunu öğretebildiği için, seviniyoruz çok iyi bir şey öğrenmişim gibi :)
Son bir Jaeger daha istiyoruz, dışarıdaki soğuğa vücudumuzu hazırlamak için :)
Ben Barlas ile ismini bile bilmediğim amcayı bir süreliğine yalnız bırakıp hediyelik eşya dükkanlarını gezmeye başlıyorum..Öyle pahalı ki her şey, şaşırıyorum..
Evet, artık tekrar soğukla yüzleşmeye hazırız..Başlıyoruz Barlas'ın bana göstermek istediği pasajı aramaya..Çok kolay olmuyor bulmak..
"Stephansdom Katedrali"nin çevresinde dolanıp duruyoruz..Hangi sokağa girersek girelim, aynı yere çıkıyoruz, katedrale..

"Her yol Roma'ya çıkar ya hani, sanırım bu durum Viyana'da da katedral için geçerli" diyorum,  gülüyor Barlas..
Ve sonunda aradığımızı buluyoruz..
Doğru sokaktayız fakat bir sorunumuz var ki pasajdaki dükkanlar kapalı..
Ne olursa olsun, pasajın güzelliği "Aradığımıza değmiş" dedirtiyor..
O sırada içimize işleyen bir müzik sesi..
Yaşlıca bir teyze..Eline almış çalgısını..Bu soğuk akşamda, bu soğuk pasajda ekmek parası kazanıyor..
Yaptığı işi belki sadece akşam karnını doyuracak bir ekmek için yapıyor..Aslında üstüne para verilse de yapılması çok zor bir iş yaptığını farkında değil..Bu yaşlı teyze, müziğiyle bu soğuk pasajdan geçen insanların içine dokunuyor..
Yaşlı teyze ne şanslı ki, insanlara bu soğuk akşamı anlamlı kılıyor..
Sanatına saygı duyarak, teyzeye saygı duyarak, kutusuna az da olsa para koyarak, ayrılıyoruz yanından..
Evet dükkanlar kapalı..Bir mobilyacının önünden geçerken, gözümüz dükkanın içindeki loş ışığa takılıyor, içeride harika bir oturma odası..
Tam şu anda, bir dağ evinde olmayı öyle çok isterdim ki..Dışarıda kar, dışarısı soğuk..Evde yanan bir şömine, yanı başında iki yastık, evin içine sinmiş sıcak şarap kokusu..Mutfaktan gelen ve beni mutlu eden bir ses..Bir anda geçen seneye ışınlanıyorum..Çisot'la İstanbul'da 2012'in ilk karlı günündeyiz..
Okuldan çıkmışız, önümüz sınav haftası..Beraber Çisot'ta kalalım diyoruz,..Önce Kadıköy' daha sonra Çisot'a geçmek planımız..Bahariye'ye çıkmamızla lapa lapa kar başlıyor, annem arıyor, radyolarda İstanbul'u bastıracak olan kar uyarısı..Soğuğa rağmen, üşümemize rağmen, gittikçe hızlanan kara rağmen, evlerine kaçışan kara rağmen biz Çisot'la yürüyoruz..İçimiz kıpır kıpır..O sırada Çisot'a çok sevdiğim bir dükkanı gösteriyorum..İçeri girmemizle Çisot'un gözü CD lere takılıyor..Eski film çoğu, Çisot'un en sevdikleri..:)
O sırada aklına geliyor Çisot'un, "Elveda Rumeli" var mı diye soruyor..Adamın cevabı Çisot'u öyle mutlu ediyor ki, heyecandan sesi titremeye başlıyor..
"Gerçekten mi? İnanmıyoruuum! O zaman bana Elveda Rumeli'nin tüm bölümlerini hazırlayabilir misiniz? Çoook teşekkür ederim"
Tabi ki de diyor adam, bir süre beklememiz gerekiyor..Çisot mu, Çisot mutluluktan uçuyor :)
Karlı hava içimizi üşütüyor "Aa bak seni nereye götüreceğim.." diyorum, alıyorum Çisot'u Rexx sokağındaki çorbacıya götürüyorum..Çorbacının önünde dört küçük çocuk..Çisot da ben de ekonomik krizde olduğumuzdan, hiç nakitimiz yok..Çocukları da soğukta aç bırakmaya gönlümüz el vermiyor..Onlar aç kalırsa, çorba bizim boğazımızdan geçmez ki..Alıyoruz çocukları, beraber Burger King'e giriyoruz..Çocuklar mutlu..
"Evet bakalım, ne yemek isterseniz, seçin istediğinizi.."diyoruz
Çocuklar şaşkın, Burger King çalışanları şaşkın..İkisine ben, ikisine de Çisot, ikişer menü ısmarlıyoruz..O sırada bugün bile hatırladığımızda bizi güldüren bir şey oluyor..
Çisot'un menü ısmarladığı çocuklardan biri Çisot'a evlenme teklifi ediyor..O sırada benimkiler duruma bozulacak olmalı ki, diğeri de bana soruyor "Abla sen de benimle evlenir misin?" diye..
"Olmaz be ablacım, sevdiğim var benim.." diye nazikçe reddediyorum, teklifi ciddiye almış görünerek :)
Çisot'a bakıyorum, gözleri parlıyor mutluluktan, hem çocukların karnının doyduğunu bilmek hem de izlenmeyi bekleyen "Elveda Rumeli" CDlerinin heyecanı..
Öyle mutlu, öyle huzurlu ve komik bir hafta geçiriyoruz ki birlikte, hiç bitmesin istiyorum..Bugün bile hatırladığımda, yüzümde kocaman bir gülümse, içimde bir kıpırtı..
Geri dönelim Viyana'ya..
Şimdi sıra "Café Hawelka"da diyor Barlas..İki günde bana Viyana'nın meşhur her yerini göstermeye, her şeyini tattırmaya hevesli..Sıcak çikolata içmek istiyorum aslında, ama Barlas burada kahve içmem gerektiğini, akşam sıcak çikolata içmeye başka bir yere gideceğimizi söylüyor..Barlas'ı dinleyerek bir kahve de ben istiyorum..
Önümüze iki filtre kahve geliyor, başlıyoruz içmeye..Bu kahve meşhur Viyana kahvesi :Melange
Diyarbakır'da içtiğim "Melengiç" aklıma geliyor..Derken Diyarbakır anıları..Doruk'un şarap geceleri, Karlı Kayın, Burç'lar üzerinde içtiğimiz çayın lezzeti, Diyarbakır ciğeri, çocuklar, oyunlar, Ebubekir.. derken bir film şeridi geçiyor gözümün önünden..Ve içim Diyarbakır'ı özlüyor, bana, bize; sevgiyle, minnetle bakan o ufak çocuk gözleri özlüyor, Kendini Keşfet Ruhu'nu yakaladığımız o takımı özlüyor içim, Gülşen'i özlüyor, Aslı'yı özlüyor, Zeynep Abla'yı özlüyor..Sabancı Üniversitesi deyince aklına ne geliyor derseniz, CIP geliyor..İşte tam bu anda, geri dönmek istiyorum..O CIP ruhunu yaşamak istiyorum, bana minnetle bakan, bilgiye aç çocuk gözler görmek istiyorum..Evet..
Café Hawelka'dayız.Café Hawelka, Viyana'nın en eski ve en meşhur kafelerinden biri..Sahibi 90'lı yaşlarında bir amcaymış..Her gün gelir, bir fincan kahvesini içermiş mutlaka..Bu Sonbahar'da gözlerini yummuş, evinde, tek başına..

Bu arada Barlas'ın aklına denemem gereken tipik bir Viyana pastası geliyor..Ortaya söylüyoruz bir tane..İki gündür paylaştığımız onca şeyin üstüne, bir de bu pastayı paylaşıyoruz..
Kahvenin verdiği mutluluk yüzüme yansımış olacak ki, Barlas en mutlu halimi yakalıyor..
Kafeden çıkıyoruz, şimdi sırada şnitzel var..Neyse ki çok yürüyorum da kilo almıyorum diye geçiriyorum içimden..Viyana'nın ünlü şnitzelcisi olan "Figlmüller"e doğru yola çıkıyoruz..Bu sırada önünden geçtiğimiz bir tasarım dükkanı dikkatimizi çekiyor..Ve önce canlı olduğunu düşündüğümüz Noel Baba!"Todos los borrachos :)"

1905'den beri hizmet veren Figlmüller'in önüne geldiğimizde uzun bir kuyruk karşılıyor bizi, soğuk havaya rağmen beklemeye karar veriyoruz, içeri girmemizin çok uzun sürmeyeceğini umarak..Nihayet içerideyiz, oturabildik..Ben üşüyen içimi ısıtmak için bir çorba söylüyorum öncesinde, Barlas bir bira..İki de şnitzel lütfen..Ben çorbamı içerken, Barlas birasını içiyor..Ve konuşmaya devam..Derken şnitzeller geliyor..Öyle büyükler ki şaşırıyorum..Afiyetle yemeğimizi yiyoruz..


Artık kalkma zamanı geldiğinde hesabı istiyoruz..Hesap geldiğinde Barlas ile yüzümüzdeki şok ifadesi görülmeye değer :)
30 € gelmesi gereken hesap 50 €uro..
Önce şaşırıyoruz, yanlış olmalı diyoruz..Daha sonra menüyü tekrar isteyip dikkatlice  inceliyoruz..Ve işte o anda fark ediyoruz ki Viyana Özel Şnitzel değil de Normal Şnitzel istemişiz..Ve işin garibi, Normal Şnitzel Viyana Özel Şnitzel'den daha pahalı..Yüzümüzde şaşkın bir ifade, hesabı ödeyip, kazık yemenin verdiği o acı duygu ile soğuğa atıyoruz kendimizi..

Ödediğimiz hesap içimizi yakıyor.."Ah bu paraya İstanbul'da boğazda yerdik" diye diye yürüyoruz sokaklarda..

Bu kazığın üzerine sıcak bir çikolata içilir derken kendimizi Viyana'nın tepesinde, "Hotel 25"in teras barında buluyoruz..Teras kalabalık..İki sıcak çikolata söyleyip, iki günün değerlendirmesini yapıyor, aynı noktada buluşuyoruz: Paylaştık & Eğlendik 


Sıcak çikolatalarımız geliyor..Ve soğuk havanın üzerine iyi de geliyor..

Terasın balkonuna çıkıp, Viyana'yı bir de yukarıdan görüyoruz, Viyana ışıl ışıl..


Eve gitmek için yola çıkıyoruz..O sırada Nargile geliyor aklımıza..Bir nargile içip öyle gidelim diyoruz..Ve kendimizi Viyana'nın meşhur Nargile Kafelerinden birinde buluyoruz-adını hatırlamadığım :)-
Gelen nargile, şimdiye kadar içtiğim en uzun ve tasarım nargile..Ve en ilginci ise tütünü, toprak kabın içine değil, bir portakalın içine koymaları..
Nargilemiz bitiyor, biz de bitiyoruz..Artık yorgunuz..
Metrolar kapandığı için, gece otobüslerini beklemek zorundayız..Ve sonunda otobüsümüz geliyor, biniyoruz..Ben otobüsün direk Barlas'ın evine gideceğini düşünürken, daha önce ineceğimizi öğrenip kendimi soğukta yürümeye hazırlıyorum..Ama o sırada Barlas duyunca çok şaşırdığım sistemi anlatıyor:
"Bu otobüs benim evimin önüne kadar gitmiyor, hiç bir gece otobüsü gitmiyor..Ve devlet bu durumda bizi mağdur bırakmamak için bir çözüm bulmuş..Taksiyi arayıp bulunduğun yeri ve gideceğin yeri söylüyorsun..Taksi seni bedavaya evinin önüne götürmek zorunda."
Şaşkınlıkla dinliyorum Barlas'ı ve şaka yaptığını düşünüyorum..Otobüsten iniyoruz, Barlas taksiyi arıyor..Taksi değil ama bir dolmuş geliyor..Gerçekten de evin önünde iniyoruz para ödemeden..İşte şimdi gerçekten şaşkınım..Bu sisteme hayran kalıyorum..Aklıma İstanbul gibi büyük bir şehrin ıssız bölgelerinde oturan ve geceleri bin zorlukla evlerine giden, karanlıkta içleri korkuyla karanlık sokaklarda yürüyen mağdur insanlar geliyor..İçim cız ediyor..
Eve gelir gelmez tren saatlerine bakıyoruz..Viyana maceram burada sona eriyor..Yarın Prag için yola çıkıyorum..İlk tren sabah 7.30'da..Ama biliyorum saat 6'da uyanamayacağımı..Bir daha ki trene binmeyi düşünerek, kendimi uykunun kollarına bırakıyorum...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder