9 Mart 2013 Cumartesi

Amsterdam :)


30 Aralık 2012

Gece uykumu bölen bir sesle uyanıyorum aniden..Yorgunluktan olsa gerek, hangi şehirde olduğumu bile farkına varamadan Maaike'nin gülüşleri takılıyor kulağıma..Ve anlıyorum ki Hollanda'da, Maaike'nin ranzasının alt katı yattığım yer..
Gece konuşan insanlara alışkın değilim..Ben ara sıra konuşsam da geceleri, daha önce hiç Uyur-Konuşur biriyle aynı odayı paylaşmadığımdan olsa gerek, şaşırıyorum..Dinliyorum Maaike'yi merakla belki mantıklı bir şeyler söylüyordur diye, ama anlıyorum ki derin bir uykuda ve ne söylediğini o da bilmiyor :)Maaike'yi rüyasıyla baş başa bırakıp, uykuma dönüyorum..
Üniversite hayatımda kazandığım ilginç alışkanlıklarımdan biri Uyur-Konuşur olmak..Aslında her şey ikinci sınıfta Aslıgül'ün tamamen şansına, iki kişilik odaya tek başına çıkmasıyla başladı..Aynı zamanlarda Çisot girdi hayatımıza..Ve her şey değişti bir anda..
Daha önce yurtta kalma fikrine hiç sıcak bakmayan ben, Aslıgül'e ara sıra, sınav dönemlerinde onunla kalabileceğimi söyledim..Derken biz Çisot ile bir yerleştik ki odaya sormayın..
Ve ben üniversite hayatıma tam olarak o zaman yaşamaya başladım diyebilirim..Tabi uyurken konuşmaya da..:)
En sevdiğim iki insanla aynı odada olmak, minicik bir alanı, Çisot ile dolabı, yatağı ve tek bir masayı, yurtta kaçak kalarak paylaşmak..Ve öyle bir paylaşmak ki, en keyiflisinden, kimi zaman yurt görevlisi geldiğinde en korkulusundan..:)
Gelelim uykuda konuşmama..Hafiftir uykum, herhangi bir seste uyanırım aniden..Özellikle de ben uyurken odaya birisi girdiyse fırlarım yataktan bir anda..
Bunun en canlı örneklerini Işıl, Yasin, Aslıgül ve Çisem yaşadığından çok iyi bilirler.. :)
Tarih 15 Ekim 2011, gece 12 sıraları..20 Yaşıma uyuyarak girmişim ki sabah erkenden uyanabileyim..Ben uykunun en derin en güzel yerindeyken bir anda odamın kapısında üç kişi: Yasin, Işıl, Aslıgül..Gözümü açtığım anda rüya gördüğümü sandığımdan 10 dakika kendime gelemeyip kendi kendime konuşmamla az dalga geçmediler..Elinde pastaları, uzun bir süre benim kendime gelmemi beklediler ve beni çok mutlu ettiler :) Bugün bile hatırladığımda 20 yaşıma girdiğim günün en komik anı onları kapıda gördüğümde, inanamayıp : "Hııı, nasıl ya?" diye sayıkladığım anlardır :)
Yine bir gece, Aslıgül'le yurdumuzun minicik odasındayız..Ben uyumuşum erkenden, Aslıgül ders çalışıyor derken, nasıl olduğunu bilmediğim bir şekilde uyanmışım bir anda ve başlamışım Aslıgül'le konuşmaya..
Söylediğim şeyler Aslıgül'ü öyle korkutmuş ki, bana bir süre sonra cevap vermemeye karar verip, uyuma numarası yapmış beni susturmak için :)
Ve işte o geceden Aslıgül'ün aklında kalanlar:
"Ruhum bedenimden çıktı, aynı MYSu*'daki gibi.." 
* MySu okulumuzun internet sitesi :)
"Ama yıldızlar bana öyle dedi miniğim.."
Ve bir de Çisem'e yaptıklarım var tabi :) Çisotlardayız bir gece, uyuyamadığım geceler, Aslıgül bana şarkı söyler, Çisot bana masal okur öylece mis gibi uyuturlardı beni, bebekler gibi :)
Çisot almış eline Grimm Masallar Kitabını, bana çocukken okumaktan büyük keyif aldığım masallardan birini okurken, ben bir anda uykumdan uyanıp Çisot'a gülümseyip tekrar koymuşum kafamı yastığa
Çisot şaşkınlıkla sormuş :
"Miniğim ışıktan mı rahatsız oldun?"
Cevabım net :
"Hayır sana oyun yaptım"
Evet, böyle Uyur-Konuşur olduğum zamanlar doğrudur..:) Hep ben yapacak değilim ya, biraz da ben dinleyeyim başkalarını onlar uyur, onlar saçmalarken :)
Evet, nihayet sabah..
Ve yılın son günlerinde sabaha bir evde uyanma duygusu harika! Hollanda'nın soğuğu evinden belli olur diye bir deyiş uyduruyorum kendi kendime..Kaloriferler açık olmasına rağmen ev öyle soğuk ki..
"Yandık" diyorum, kim bilir kaloriferli ev böyle ise, dışarısı nasıldır:(
Artık kahvaltı zamanı diyerek aşağıya iniyoruz Maaike ile..İçinde bulunduğum ailenin sıcaklığı, evin soğukluğunu bastırıyor..
Aşağı kata indiğimizde fark ediyoruz ki Maaike'nin annesi erkenden uyanıp kardeşini tren istasyonuna bırakmaya gitmiş..O sırada içimden geçiriyorum..
"Dünya'nın neresinde olursa olsun anne, annedir.."

Annem az taşımadı beni, bizi yıllarca o kurstan bu kursa..İlkokul hayatım boyunca, ya etütlerden aldı beni iş çıkışlarında ya da Yasin'in peşinden koştu..Her hafta sonu aynı koşuşturmaca : Yasin yüzmeye gider, ben tiyatro kursuna, annem ikimizi de alır çıkar evden sabah sabah, önce beni bırakır, sonra Yasin'i..Bu sırada benim dersim biter gelir beni alır,  ardından beraber gider Yasin'i alırız..Yapılacak işler, alınacak şeyler varsa onları hallederiz hep beraber..Her hafta sonu anneanne ve dedeme gidilir, onlarla birlikte yemek yenir, gönülleri alınır..Ve tekrar Pazartesi telaşı başlar..İşte annemin yaklaşık 15 yılı böyle geçti..Hem beni, hem Yasin'i bir yerden başka bir yere taşımakla..Bu onu kimi zaman çok yordu bilirim..Ama bizi taşırken kendini keşfetme imkanı buldu bana göre..
Lise yıllarımdan beri, benim arkadaşlarım, annemin de arkadaşları oldu hep..Ekin ile başladı annemin "Gençlerin Dünyasına" yolculuğu..
Ekin, lise hayatımdaki ilk arkadaşım, servis arkadaşım, 4 yıl sabah akşam  yol arkadaşım..
Lise 1'de aynı servise bindik her sabah saat 6.30da, 2 saat süren yolun sonunda okuldaydık nihayet..Ve her akşam bizi bekleyen 1 saatlik yolculuğa yine beraber katlandık..
Lise 2'de bu işkence çekilmez dedik, beraber bıraktık servisi..İşte o anda annem koştu yardımımıza..Her sabah bizim için yarım saat daha erken çıktı evden ve lise hayatımızın son gününe kadar her sabah beni, Ekin'i ve Ece'yi okula götürdü..Tabi yol boyunca da Ekin ile siyaset tartışmaları, ben ve Ece ile ise "Hayata Dair" konuşmalar yaptı..Bu sayede belki de biraz, bizim hayatımıza dahil oldu, o bizden öğrendi, biz ondan..
Ve şimdi, yıllar sonra annem en yakın arkadaşlarımın iş arkadaşı, kimi zaman-garip ama-ev arkadaşı oldu..Ben şimdilik olamasamda, arkadaşlarım hep annemin yanında..Benim yerimi fazlasıyla doldurduklarını bildiğimden içim çok rahat :)Teşekkürler Tayfun, Kazım, Nevin, Burçin, Furkan, Seçil iyi ki varsınız:)
Bu kadar geçmişe dönmek yeter sanırım :)
Hollanda'ya, Delft'e geri dönelim artık :)
Kahvaltıyı hazırlamaya başlamak için Maaike'nin annesini beklerken evin minik üyesi TED'in tek başına salonda oturduğunu fark ediyoruz ve bari bir fotoğrafımız olsun beraber diyerek TED'i ortamıza alıyoruz, TED mutlu, biz mutluyuz, uykuluyuz ama mutluyuz :) 
O sırada annesi geliyor Maaike'nin, babası uyanıyor derken, hep beraber kahvaltı hazırlamaya başlıyoruz..
Hollanda kahvaltısının olmazsa olmazı Peynir bana göre..Fransa'da doyamadığım peynire, Hollanda'da doyuyorum..
Ve işte yine Hollanda'ya özgü ve en sevdiğim öğünün, kahvaltının en tatlı parçası...
Bizim keklere koyduğumuz, pasta süslemede kullandığımız parça çikolatayı Hollanda'da kahvaltıda ekmeğin üzerine koyarak yiyorlar..Önce şaşırıyorum ama kesinlikle denemeliyim diyorum ve deneyince gerçekten de çok lezzetli olduğunu anlıyorum :)
Nihayet doymuş bir şekilde sofradan kalkıyorum..Bir evde olmanın kıymetini bilerek ve şükrederek..
Bugünkü ilk durağımız AMSTERDAM :)
Annesi annemi aratmıyor ve bizi tren istasyonuna bırakıyor..Tren istasyonunda dikkatimi çeken ilk şey: BİSİKLETLER..Öyle çok ki, gözlerime inanamıyorum..Şaşırdığımı gören Maaike "Hollanda'daki bisiklet sayısı, Hollanda'nın nüfusundan fazla.." diyerek şaşkınlığımı şaşkınlık katıyor..
Gece uykumuzu almış olmamıza rağmen, trene binince, soğuktan sıcağa geçtiğimizden olsa, haliyle uyku bastırıyor ve biz kendimizi uykuya teslim ediyoruz..Gözümüzü açtığımızda ise nihayet Amsterdam'dayız..
Amsterdam'a iner inmez soğuk yüzümüze vuruyor, uykumuz açılıyor..
Tren istasyonundan çıkar çıkmaz, Dam Meydanı'nda buluyoruz kendimizi..Ve istasyonu geride bırakarak, Amsterdam turumuza başlıyoruz..
Gözüme bir sürü Kebapçı takılıyor bu esnada..Ve en moderni de "I Love Kebab" sanırım :) Hollanda'daki Türk nüfusu Maaike'nin anlattığına göre oldukça fazla..Benimde Inter-Rail boyunca edindiğim izlenime göre : Evet, Türkler her yerde..!


Hollanda'ya gelmişken artık favorilerim arasında olan, "Stroopwaffles" yemeden olmaz diyorum..Maaike ile kendimizi ilk bulduğumuz süpermarkete atıp alıyoruz bir paket, evet, artık gün içinde yiyebileceğim 10 tane Stroopwaffle'ım var ve bunu yerken de benden, bizden mutlusu da yok :)

Minik sokaklarıyla, minik bir şehir Amsterdam..Sokaklarda Hollanda sınırları içinde kullanımı yasal olan buram buram esrar kokusu.. Hollanda hükümeti 1980li yıllarda yasallaştırmış esrarı..Bu yasallaştırma ile hem esrar üretimi ve tüketimini kontrol etmeye başlamışlar, hem de yüksek vergilerle devlete yeni bir gelir kaynağı yaratmışlar..
Sokaklarda yasak olan esrar için özel Coffee Shop'lar mevcut..Ve işte karşımıza çıkanlardan biri..Devletin esrarı yasallaştırma politikası her ne kadar gençleri teşvik ediyormuş gibi görünse de, bana göre tam tersi..Hollanda'lı arkadaşlarımın hiçbiri, yasal olmasına rağmen denememişler bile..Bu durum "Yasaklar her zaman caziptir" sözünün bir kanıtı bana göre..
Coffee Shop'ların en yoğun olduğu sokağı bitirdiğimiz gibi kendimizi Red Light District'de buluyoruz..Hep duyduğum ama gözümde hiç bir zaman canlandıramadığım sokak gerçekten de tam anlatıldığı gibi..Birbirinden ilginç "Sex Shop"lar, kırmızı ışıklarla donatılmış camekan minik odalar..İçeride kimi genç kimi yaşlı dans edip müşterinin ilgisini çekmeye çalışan ve bunu gerçekten de başaran kadınlar, müşteri içeriye girince çekilen perdeler..İtiraf etmeliyim ki kadınlardan bazıları gerçekten çok çok güzel..Öyle güzeller var ki içlerinde, biz iki kız olarak bile gözümüzü alamıyoruz.."Red Light District"i biraz daha derinlemesine araştırdığımda, aslında bu bölgenin yaklaşık 4 Yüzyıllık bir tarihinin olduğunu öğreniyorum..Özellikle 17. Yüzyıl, Amsterdam'ın "Altın Çağı" olarak kabul edilmekte..Yüzyıllardır liman şehri olarak anılan Amsterdam, 17. Yüzyılda Avrupa'nın ticaret merkezi olarak kabul edilirmiş..Kıtalar arası deniz ticaretinin merkezi Amsterdam, haliyle binlerce gemicinin/denizcinin uğrak noktasıymış..İşte "Red Light District" tüm bu gemicilerin cinsel ihtiyaçlarını karşılamak adına kurulmuş..Red Light bölgesindeki hayat kadınları düzenli olarak vergilendirildiğinden, devletin bölge üzerindeki kontrolü sağlaması kolaylaşmış..
Cinselliğin her ne kadar "Özgürlük" olduğunu düşünsem de, aklımla kalbim çatışmaya başlıyor bu sokağa girdiğimde..
Aklım "Evet her ülkede var bu..Buradaki tek fark, gayet özgür ve yasal..Devletin tam kontrolü sağlaması daha iyi değil mi sence de?" diye mantıklı bir açıklama ile ikna etmeye çalışıyor beni..
Diğer tarafım ise, kalbim mi desem, feminist tarafım mı bilemedim ama karşı çıkıyor.."Bu sokağın bana hissettirdiği tek şey "aşağılık hissi" diye söyleniyor kendi kendine..
Ben mi? Ben her zaman olduğu gibi, aklımla kalbim arasındaki bu savaşı izliyorum sadece, sessizce..
Hiç bir kadının hayat kadınlığını severek, isteyerek yapacağını düşünmüyorum, düşünemiyorum, belki de düşünmek istemiyorum..Bu kadar basit olmamalı diyorum içten içe..Eğer bir kadın para için bedenini satıyorsa gerçekten zorunda olduğundandır bence..Bu bir savunma değil..Kimseyi kendi tercihlerinden dolayı yargılamak istemiyorum..Çünkü biliyorum insanları ve tercihlerini uzaktan yargılamak çok kolay..Ama hayat o kadar kolay değil..Maalesef herkes hayatta istediği şeyleri yapıp, istemediği şeylerden uzak durabilecek kadar şanslı değil..İşte bu yüzden insanları yargılamak yerine, onları olduğu gibi kabul etmeyi tercih ediyorum bende, tıpkı Amsterdam gibi..
Amsterdam'ın ara sokaklarını keşfettikten sonra sıra geliyor kanal turuna..Amsterdam'da öyle çok kanal var ki birbirine bağlı, şaşırıyor insan..

12. Yüzyılda Amstel Nehir'inin kıyısına bir balıkçı kasabası olarak kurulmuş Amsterdam ve yıllar sonra Dünya'nın en önemli liman şehirlerinden biri haline gelmiş..Denizin olduğu yerde medeniyet vardır denir ya hep, o kadar haklılar ki..Bu belki de en çok Amsterdam için geçerli..Evet, Amsterdam anlayışın, özgürlüğün, hoşgörünün şehri..Bana göre
Amsterdam insanları yargılamadan kabul eden en hümanist şehir..Amsterdam'da gün sona ermeden, özellikle gençlerin önünde fotoğraf çektirmeden dönmediği     I Amsterdam'a uğramadan olmaz diyoruz..Ve onlarca insanın içinde, türlü türlü pozlar verip, hangi harflere tırmanıp tırmanamayacağımızı tartışarak, bir sürü fotoğraf çekiyoruz..Ve işte onlardan birkaçı..:)



Amsterdam'ı geride bırakıp, Rotterdam'a geçmenin zamanı geldi artık..Tren istasyonuna doğru yol almışken gözüme çarpan meyve tezgahı öyle güzel ki..Çok meyve insanı olduğumu söyleyemem..Yemeyi çok severim aslında..Ama neredeyse sevdiğim hiç bir konuda üşengeç olmayan ben, konu meyve olunca öyle üşengeçim ki, ben bile şaşırıyorum kendime..Benim meyve yemem için, meyvenin önüme hazır gelmesi gerekiyor..Yoksa aklıma bile gelmez..Kimi zaman canım çilek ve kiraz çeker o kadar..
En güzel meyve tabaklarını hep babam hazırlar bize..Meyve yemeye üşendiğimizi bildiğinden olsa gerek, özenle hazırlar, sevgiyle sunar, bizde keyifle yeriz..
Meyve diyince bir de, sene 2011, Temmuz olmalı aylardan..Tam bir Temmuz sıcağı, hava öyle bunaltıcı ki kendimizi dışarıdan daha serin olan eve atmışız, Ozan'larda film izliyoruz beraber..Tam filmin ortasında, Bircan Teyze öyle güzel bir karpuz tabağı hazırlamış ki bize yemesek olmaz..O karpuz yiyişimizi hiç unutamam sanırım, ona yemek değil, saldırmak denir daha çok bence..Öyle hoşuna gitmişti ki Bircan Teyzenin "Kıyamam size, bir fotoğrafınızı çekeyim şu karpuzu yerken, nasıl içiniz yanmış.." diyerek, karpuzla fotoğraflarımızı çekmeye başlamıştı, evet işte, karpuzun da böyle bir anısı var bende :)
Amsterdam'dan bindiğimiz trenden, Rotterdam'da iniyoruz..Akşam yemeği için Maaike'nin erkek arkadaşı Justin'e davetliyiz :)

Daha önce Segovia'da tanıştığımızdan hiç yabancılık çekmeden, bir yandan sohbet edip bir yandan yemek hazırlıyoruz..Davetliyiz dedim ama bu bir öğrenci daveti olduğundan, yemeği hep beraber hazırlamamız gerekiyor..Justin aşçı başı, ben ve Maaike ise yamakları..
Bu arada Olivier'le komik bir anımız geliyor aklıma..Inter-Rail'ım bitmiş, Segovia'ya dönmüşüm henüz kimse yok ortalıkta, ama biliyorum ki Olivier benden önce dönmüş..Hemen bir Re-Union yemeği yapalım diyorum.."O zaman bu akşam Meksika'lıyız" diyor ve akşam 6'da buluşmaya karar veriyoruz..Ben okuldan çıkacağım, önce beraber alışverişe gideceğiz, daha sonra başlayacağız akşam yemeğini hazırlamaya..Evet, planımız bu..
Ben dersteyken, Olivier arkadaşlarıyla..Buluşma saati yaklaştığında Olivier arkadaşlarına:
"Benim gitmem lazım, Kübra'yla yiyeceğiz akşam yemeğini" diyor
Arkadaşlarının tepkisi oldukça normal:
"İyi de saat daha 6, akşam yemeğine gidiyorsan neden 8 gibi gitmiyorsun, şimdi mi yiyeceksiniz ki?"
Ve işte Olivier'in çok hoşuma giden cevabı :)
"Hayır öyle değil, evet ben davetliyim ama önce beraber alışverişe gideceğiz, sonra ben yemeği hazırlarken Kübra bana yardım edecek.."
Bunu bana anlattığımda birazcık utanıyorum..
"Türk misafirperverliğini böyle mi öğrettin Kübra insanlara.." diyorum kendi kendime ama olsun napalım, ben böyle seviyorum :)
Benim için, en azından öğrenci hayatım boyunca, arkadaşlarımı yemeğe çağırmak demek, mutfakta son ses müzikle, beraber ve keyifle yemek yapmak ve sonra beraber yemek demek :)


Ve sonunda yemeğimiz hazır, keyifle yiyebiliriz artık:)İçimde yeni bir tarif öğrenmenin mutluluğu ve günün yorgunluğuyla yiyorum yemeğimi..Bu sırada Maaike ve Justin yıllardır planladıkları Asya gezisinden bahsediyorlar..Hedefleri 3 ayda tüm Asya ülkelerini gezmek..İkisinin de bunu çok istedikleri gözlerinden belli..Sesinde heves var Maaike'nin, mutluluk var, paylaşım var..Sevdiği çocukla yola çıkacak olmanın heyecanı var..
"Şansınız bol olsun" diye geçiyirorum içimden..Ve çok istedikten sonra yapabileceklerini Ozan'la kendimden biliyorum..
Ne deliymişiz..Evet, aklımıza Work&Travel yapmayı koymuştuk tanışmamızın üstünden 3 ay geçtikten sonra..Sene 2009, daha 6 aydır birlikteyken gidip 6 ay sonrasına Work&Travel anlaşması yapıp, parayı da önceden ödemişiz bir de..O anlaşmayı yaptığımız anda kendimi evlenir gibi hissetmem çok normal değil mi? 17 yaş çılgınlığımız, yarın ne olacağını bilemeden, 6 ay sonrasına imza atmak:)

Evet çocukmuşuz daha, deliymişiz, ama iyi ki yapmışız..İyi ki hayatımızda evden uzakta olduğumuz ilk uzun maceramızda yan yanaymışız..
İyi ki çok istemişiz ve iyi ki gitmişiz..
Maaike ve Justin için tek dileğim, bizimki kadar güzel anılarla dönmeleri bu maceradan..Ve yıllar sonra baktıklarında, ne olursa olsun benim gibi büyük harflerle "İYİ Kİ" diyebilmeleri..
"Şansınız bol, yolunuz açık olsun" diye geçiriyorum içimden..
Ve içimde 2012 yılını bitirmenin hüznü, yılın son gününe uyanacak olmanın heyecanı, kaybettiklerime duyduğum özlem, kızgınlıklarım, 2012'nin bana kazandırdıklarına şükür, İstanbul'u ve sevdiklerimi özlemenin burukluğu ile gözümü 2012'ye kapıyorum, 2013'e UMUT ile başlamayı dileyerek..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder