26 Mart 2013 Salı

Auschwitz-Birkenau !




24 Mart 2013

Sabah içimde garip bir telaşla uyanıyorum..Bugün yüzleşeceğim gerçeğe henüz hazır değilim sanırım..Hızlı bir kahvaltı, hızlı bir toparlanma sonrasında kendimi tur otobüsüne atıyorum..Evet, Auschwitz'i bilinçsizce gezmemek için, profesyonel turla gezmeye karar veriyorum..Tur rehberimiz anlatmaya başlıyor..

AUSCHWITZ

“İkinci Dünya Savaşı öncesinde, Rusya en çok Yahudi nüfusu bulunduran ülkeydi. Bunu ise yaklaşık 3 milyon Yahudi’ye yuva olan Polonya takip ediyordu.  Polonya Almanya’nın sınır komşusu olduğundan, Almanlar ilk olarak 1 Eylül 1939'da Polonya’yı işgal etti. Amaçları Polonya’daki tüm Yahudileri katledip, oradan Rusya’ya geçmekti. Bunun yanı sıra, bir diğer planları ise Slav ırkını köleleştirmekti. Savaşın ilk iki yılı Polonya halkı için en zorlu dönemdi. Bu dönemde tüm Polonyalı aydınlar ve bilim adamları, Nazi’lere hizmet etmeleri amacıyla Almanya’ya götürüldü. Polonya’daki eğitim sistemi Naziler tarafından donduruldu, okullar kapatıldı. Polonya medyasının tüm faaliyetleri durduruldu.Şehirlerin isimleri değiştirildi. Polonya ordusu dağıtıldı, orduda görevli subayların çoğu hapishanelere yerleştirildi. Nazi ordusunda görev yapan 20,000 asker Polonya’ya yerleşti ve savaş coğrafi konumunun elverişliliği sebebiyle Krakow’dan yönetilmeye başlandı.

Auschwitz Toplama Kampı, Krakow'a 70 kilometre uzaklıkta olan  Oswiceim kasabasında 1940’da kuruldu. Auschwitz Polonya’nın işgaline kadar Polonya ordusu tarafından garnizon olarak kullanılıyordu. İşgal ile birlikte Nazi’ler hazırda kurulmuş bu garnizonların Yahudi’leri toplama alanı olarak kullanabileceği kanaatına vardı. Bu kararla birlikte Oswiceim kasabası Auschwitz diye adlandırıldı. Kasabanın Nazi'ler açısından bir diğer avantajı ise; kampın olduğu bölgenin, Yahudi popülasyonunun yoğun olduğu Doğu Avrupa’nın merkezi sayılabilecek olmasıydı. Aynı zamanda, kampın doğuda kalması, Batı Avrupa’dan kampta olan biteni saklamayı kolaylaştırdı …"

Rehberin anlattıklarını genel olarak biliyor olmama rağmen mideme bir yumruk oturuyor en ağırından, gözüm kararıyor..Ve anlıyorum ki beni bekleyen bu kampa hazır değilim..
1 saatlik yolculuğun ardından nihayet Auschwitz’deyiz..Dümdüz bir arazide, kocaman bir tesis..

AUSCHWITZ TOPLAMA KAMPI

Auschwitz ilk olarak 1940 yılında Slav ırkını köleleştirmek amacıyla kullanılmaya başlanmış. 1940 yılında, binlerce Polonyalı, özellikle de Polonya’nın eğitimli kesimi kampa getirilmiş ve ölümcül şartlar altında çalıştırılmaya başlanmış. Naziler, kampa gelen tutuklulara öncelikle çizgili pijamalar giydirip hepsinin saçlarını kazıyorlarmış. Daha sonra sıra, resim çekmeye ve tutanakların tutulmasına geliyormuş. Nazi hükumeti, toplama kampına getirdiği Slavları kayıt altında tutarken, hiçbir Yahudi’nin kampa gelişini belgelememiş.Bunun sebebi ise, Yahudi Katliamı’nın gün yüzüne çıkmaması ve yasal olarak geride bir delil bırakmamakmış.
Ve işte bir tutuklunun kayıt formu:
Gözümün önüne geliyor binlerce insan, hayal etmeye çalışıyorum, anlamaya çalışıyorum..Binlerce insan sıraya girmiş, ellerinde çizgili pijamalar..Ellerine tutuşturulan bu formu dolduruyorlar..Sonra sıra geliyor fotoğraf çekimine..1940’larda fotoğraf çektirmek çok popüler olmasa da,hepsinin en az birer fotoğrafı vardır mutlaka..Çoğu özel günlere ait..Kimi aile toplantılarına, kimi düğünlerine ait..Resimlerinde sevdikleri vardır..Gülümsüyorlardır..Mutlulardır..
Peki ya bu fotoğraflarda ne var?
Hüzün mü? Ölüm korkusu mu? İşkence mi? Kölelik mi? Ayrılıkmı?
Cevabını ben bulamıyorum..
Kampın ilk yıllarında tutuklu olarak kampa getirilenherkesin fotoğrafını çeken  Naziler birsüre sonra fotoğraf çekimini durdurmuşlar..Bunun sebebi ise kampta çalışmayazorlanan insanların yüzde yetmişinin 6 ay ile 1 yıl içinde, hastalıktan, besinsizlikten,işkenceden, ölümcül koşullarda çalışmaktan hayatını kaybetmesiymiş...
Nazi kampları yaşama koşulları bakımından I. II. Ve III.Derece olmak üzere üçe ayrılmaktaymış..Ve Auschwitz kampı, I. Derece birkampmış, bu da demek oluyor ki Auschwitz kampındaki yaşam koşulları, kamplararasındaki “en iyi”..
Ve işte bu Yaşam Kalitesi açısından en iyi kamptan birkaç görüntü:
Kampta yaşayan tutuklular, yazın sabah 4.30'da kışın ise saat5.30'da çalışmaya başlıyormuş. Kamptan kaçmaya çalışmak ise adeta ölümeatlamakmış..Auschwitz’den kaçma girişiminde bulunan ve yakalananlardan kimi Nazi askerleri tarafından vurularak, kimi ise diğer tutuklulukların gözleri önünde asılarak öldürülmüş. 


ÖLÜM KAMPI AUSCHWITZ

Kampa ilk olarak Polonya veMacaristan’daki Yahudiler getirilmiş..Ghettolar, Yahudi nüfusunu dahaönceden belirlediklerinden, Yahudileri toplamaları zor olmamış..Yahudilerintoplanması sırasında onlara yapılan açıklama:
“Doğu Avrupa’da yeni bir hayata başlayacaksınız. Yanınıza kişi başı 25 kilo alabilirsiniz. İhtiyacınız olan değerli eşyalarınızı alın…”

Yahudiler hayatlarını, arkadaşlarını belki de aşklarını geride bırakmanın acısıyla, söylendiği gibi "en değerli eşyalarını" bence en çok da anılarını, yanlarına alarak trenlere bindirilmiş..Onları bekleyen katliamdan haberleri olmadan, eski hayatlarını geride bırakıp, yeni bir hayata başlamanın umuduyla, geleceğe umutla bakmayı isteyerek..
Bu minik çocuğa takılıyor aklım..Minicik daha..Kim bilir etrafında olup bitenlerle ilgili neler hissediyor..İçinde, büyüdüğü mahalleyi bırakmanın üzüntüsü belki de..Kim bilir çocuk aklıyla geri döneceklerini düşünüyor belki..Sanki tüm bunlar bir oyun, sanki düşmanlar peşlerinde..Saklambaç oynuyorlar belki de..Annesi bu yüzden tutmuş elinden “Hadi oğlum gitmeliyiz..” diyor..Belki hırsız-polis oynuyorlar..Belki bu yüzden annesinin “Ayıcığını da yanına al oğlum” demesi..
Kim bilebilir ki peşlerinde hırsızlar var belki, hayatlarını çalan hırsızlar..

Auschwitz’e trenle getirilen her grubu karşılayan  bir Nazi grubu bulunmaktaymış..
Şimdi de sıra doktorculuk oynamakta belki..Belki ondan bekliyor bu doktor amca yolun ortasında..
Evet onları karşılayan bir grup Nazi ve Nazi Doktoru..
Doktor “Seçim” i başlatıyor..İnsanlar mı, onlar kimin neye göre ne için seçildiğini bilmiyor..Tek bildikleri doktorun SAĞ veya SOL işaret parmağını gösterdiği..Oysa ki bilselerdi kaderlerinin  bir insanın sağ ile sol parmağı arasında olduğunu..
Doktor tek tek inceliyor önüne gelen insanları..Yaşlarını öğreniyor,vücut yapılarını, genel sağlık durumlarını gözden geçiriyor..Bunun sonucunda eğer kampta çalışacak güçteyse SOL eğer “işe yaramaz” gruba dahilse SAĞ işaret parmağını gösteriyor..
Seçim sonucunda Yahudiler iki değil üç gruba ayrılıyor
SOL
Çalışacak güçte olmayanlar, yaşlılar, kadınlar, 12 yaşın altındaki çocuklar, bebekler, hamileler, engelliler..
SAĞ
Gücü kuvveti yerinde olanlar, gençler..
DENEKLER
Özellikle sağlıklı kadınlar ve ikiz çocuklar
İşte bu noktada ayrılıyor yolları bu üç grubun..Babalarına el sallayan çocuklar, eşleriyle son kez göz göze gelen kadınlar, çocuklarına veda ettiklerini bile bilmeden "sessiz veda"lar eden anneler, yaşlı babalarını son kez gördüklerini bilmeden, belki son bir teşekkür edemeden ayrılan baba-oğullar, babaları tarafından son bir kez kokusu içine çekilemeyen bebekler..
Naziler önde, arkalarında bu üç grup, kampa doğru yol alıyorlar..
Denek olarak kullanılacak kadınlar ve ikiz çocuklar, Profesör Doktor Carl Clauberg tarafından tıbbi deneylerde kullanılıyor..Bu deneklerden bir kısmı, kendilerine verilen ilaçlardan, kendileri üzerinde denenen tedavilerden dolayı ölüyor, bir kısmı sakat kalarak hayatlarına devam ediyor,bir kısmı ise kasıtlı olarak öldürülüyor ki cesetlerine otopsi yapılabilsin..


Tutuklu olarak kampta çalıştırılacak insanlara kampa girdikten sonra bir meydanda soyunmaları söyleniyor..Önce sıraya giriyor insanlar, hepsinin saçları kesiliyor..Daha sonra utana sıkıla,soyunuyorlar..Ayakkabılar çıkıyor..
Bu arada SS uyarıyor:
“Ayakkabılar birbirlerine bağlanacak.”
Pijamalar dağıtılıyor, kurallar anlatılıyor ve tutuklular binalarına geçiyor. Bir odada kimi zaman 150-200 kişi..Bir binada kimi zaman 1000 kimi zaman 1500 kişi..
Ve diğer grup; yaşlılar, çocuklar, kadınlar..Kısacası işe yaramazlar..
Grup arasında paniğe yol açmamak nedeniyle SS açıklama yapıyor:
“Herkes önce tıraş olacak, sonra soyunacak ve duş alacak.Ayakkabılarınız birbirlerine bağlanıp özel eşyalarınızla birlikte gösterilen yere bırakılacak.”
İnsanlar söyleneni yapıyor ve duş alacaklarını düşündükleri Gaz Odalarına yönlendiriliyorlar.Gaz odaları yaklaşık 200 metre karelik, tek bir bacası olan odalar..Odaya konulan kişi sayısı ortalama 1500-2000..
Gaz odaları..
İnsanlar odaya toplandıktan sonra odaya Zyklon B gazı veriliyor ve odanın kalabalıklığına da bağlı olarak en az 1 en fazla 15 dakika sonra odadaki herkes zehri soluyarak ölüyor.. 
Zyklon B gazı aslında savaşın başında Almanlar tarafından bulunup, dezenfekte amacıyla özellikle farelere karşı kullanılan bir gaz.Katı halde bulunan madde, havayla temas ettiği anda "zehir" gaz olarak dışarı yayılmakta.
Yahudi popülasyonunun çokluğundan dolayı “toplu katliam”ı nasıl daha kolay ve çabuk yaparız diye düşünen Naziler, fareleri öldürmekte kullandıkları bu gazı insanları öldürmede de kullanabileceklerini akıl ediyorlar ve işlerine de yarıyor..
II. Dünya Savaşı sonrası kamp etrafında bulunan, gazın saklandığı tenekeler..
Almanları bilirsiniz, oldukça düzenli, tasarruflu, sistemli çalışırlar..
Kafaları da öyle çalışıyor.. İşte Nazilerin bu katliamı yaparken amaçladıkları ekonomik kazanç: Avrupa’nın her yerinden kampa getirilen Yahudilerin çoğu ticaretle uğraştığından dolayı, Avrupa nüfusunun en varlıklı kısmını temsil ediyorlar aynı zamanda..Hem bu sebeple hem de dünyanın tepkisini çekmemek adına insanlara “Doğu Avrupa’ya taşınıyorsunuz, yanınıza ihtiyacınız olan her şeyi alın” deniyor..Bunun üzerine Yahudiler günlük hayatlarında ihtiyaç duyacaklarını düşündükleri araç gereçleri, altınlarını, paralarını yanlarına alıp kampa geliyorlar..
Ve Naziler Yahudilerden kalan her parçanın kıymetini bilip, hiç bir şeyi ziyan etmiyor..”Ayakkabılarınızı birbirine bağlayın” demeleri bu yüzden..Çünkü binlerce çift ayakkabının diğer çiftini bulmanın mümkün olmayacağını farkındalar..




Bir an için gözüme bu beyaz ayakkabı çarpıyor..Nedense içimden “Bu bir gelin ayakkabısı olmalı” diye geçiriyorum..Ayakkabının sahibini gözümde canlandırmaya çalışıyorum, midem bulanıyor, gözüm kararıyor..



Ve işte Yahudilerden Nazilere kalan birkaç parça eşya:


Engellilerden kalan değnekler, protezler..
Çocukların, bebeklerin belki de en sevdikleri oyuncakları..Annelerinin "özel günler"e sakladıkları
bayramlık kıyafetleri..




Ve içlerine bir tutam hüzün, bir parça anı ve en çok da UMUT konan bavullar.. 

Evet, geri dönelim gaz odalarına..Gaz odalarındaki katliambittiğinde, Nazilerin ölü vücutlara olan işkencesi bitmiyor..Ölü bedenleralınıp “Yakım Odaları”na götürülüyor..
Bu odalar, gaz odalarının hemen yanlarında bulunuyor ki cesetlerin taşınması kolay olsun..Naziler, Yahudi ırkını ortadan kaldırmayı planladıklarından, tüm bu cesetleri gömmeleri mümkün değil..Mümkün olsa bile, canlıya saygısı, acıması olmayanın ölüye saygısının olmasını beklemek saçma..
Bu sebeple cesetleri yakmaya karar verip bu koca fırınları inşa ediyorlar..Bu “Yakım Odaları”nda ise, sağlam vücutlu ve iş yapabilir Yahudilerin bir kısmı görevlendiriyorlar..Bu görevliler öncelikle gaz odalarında öldürülen insanların “Altın Diş”i varsa onları sökmekle daha sonra ise cesetleri yakmakla görevli..
Psikolojik işkence yapmak amacıyla öldürülen Yahudileri yakmak için yine Yahudiler görevlendiriliyor..
Midem kalkıyor, başım dönüyor..
Kendimi cesetleri yakmakla görevli Yahudilerin yerine koyuyorum..Yeteri kadar insanlık dışı olan bu dramda bir ileri boyuta geçiyorum..
“Ya o adamın önüne öldürülmüş bir şekilde sevdiği kadın gelirse..Ve o adam soğukkanlılıkla eşinin altın dişini söküp, onu o fırına vermek zorunda kalırsa..”
“Ya karşısına yeni doğmuş bebeği gelirse..Ya daha doya doya kucağına alıp koklayamadığı çocuğunu yakmak zorunda kalırsa?”
“Ya babası gelirse o adamın önüne..Ona can vermiş, kendi yememiş ona yedirmiş babası gelirse ya önüne o adamın..”
Cesetleri yakmakla görevli Yahudiler en fazla iki ay çalıştırılıp daha sonra öldürüyorlar ki, tanık kalmasın..Bu insanlık ayıbının üstü örtülü kalsın...
Peki tasarruflu Naziler, kampta hiçbir zerreyi ziyan etmeyen Naziler bu külleri mi ne yapıyor?
Yakılan cesetlerin külleri kampı çevreleyen tarlalar ve ekim alanlarındaki verimi arttırmak amacıyla, bu alanlara gübre niyetine atılıyor..
En başından beri anlattığım gibi, kampa gelen tüm insanlar, ölüler, diriler, köleler, yakılanlar kampa ilk girdiklerinde önce tıraş ediliyor..Neden mi?
Çünkü bu insanların saçı Nazi Almanya’sına gönderilip tekstilde ham madde olarak kullanılıyor..Müzenin bir kısmında, o dönemden kalan tonlarca saçı görmeniz mümkün..Canlı insan kalıntısı olduğu için fotoğrafını çekmek yasak, bu sebeple burada gösteremiyorum..Fakat gitmeye niyetlenirseniz göreceksiniz ki, karşınızdaki yıllar öncesinden kalma"gerçek insan saçı"..Çoğu da örülmüş kadın saçı..
Yine aynı bölümde sergilenen birkaç halı da var..Savaş sonrasında saçların gönderildiği fabrikada üretilen halılardan birkaçı..Ve bilimsel olarak insan saçı, çoğunlukla da kadın saçından yapıldığı kanıtlanmış..

BIRKENAU

Auschwitz Nazi’lere küçük gelince, Naziler Auschwitz’in kurulduğu kasabanın  2 km ötesindeki bir kasabaya yeni bir kamp daha kurmaya ve bu kampı Toplama Kampı değil ama Ölüm Kampı olarak kullanmaya başlıyorlar. Birkenau Kampının inşası 1941 yılında başlıyor. Kampın inşası sırasında, bölgedeki evler yıkılıp insanlar kasabalarından taşınmaya zorlanıyor..Kampı inşa edenler ise, Auschwitz kampındaki tutuklular..
Birkenau Ölüm Kampı II. Derece bir kamp. Birkenau’yı görmeden önce Auschwitz’deki koşulları görüp
“Bundan kötüsü daha nasıl olabilir ki?”
diye düşünüyordum ama Birkenau’yı görünce gerçekten anladım..Beterin beteri vardır diye boşuna dememişler..
İlk olarak Auschwitz ile Birkenau arasındaki en can alıcıfark, Auschwitz’deki binaların tuğladan, Birkenau’daki binaların ise tahtadanyapılmış olması..
Aylardan Mart, Mart’ın sonu Nisan’ın başı..Üzerimde iki kalın kazak, altımda iki kalın tayt, ayağımda üç yün çorap, elimde eldivenlerim, boynumda atkım, kafamda şapkam..
Bu dümdüz arazide Mart’ın ortasında kat kat giyinmiş olmamarağmen hayatımda hiç üşümediğim kadar çok üşüyorum..Mart’ın ortası , hava -9derece, kışı düşünemiyorum..
Soğuktan tir tir titrerken, ellerimi ayaklarımı hissetmezkenben, bir an için kendimi o insanların yerine koyuyorum..Kış soğuğunda üzerimdeincecik bir çizgili pijama, midem açlıktan büzüşmüş, bedenim artık benim bedenimdeğil, hava kim bilir kaç derece..
Kendimi, bu şartlar altında şanslılarsa aylarca, şanssızlarsayıllarca yaşamış bu insanların yerine koyuyorum ve tek kelime ileinanamıyorum..Bir insanın bir insana bunları yaşatabileceğineinanamıyorum..İnsanların kaldığı bu tahta barakalara girdiğimde ise,dehşete düşüyorum..
Barakaların hepsinde tutuklular kalıyor..Ve bu barakalardan sadecebir tanesi “Tuvalet” amacıyla kullanılan toplu kullanım alanı..
Burası yatakhane olarak kullanılan barakalardan sadecebiri..Tüm barakada toplamda 1000 kişi kalıyor, bu da yatak başına yaklaşık 3kişi demek oluyor..İçim sızlıyor..
Barakada her hangi bir ısıtma veya havalandırma sistemi tabi ki de yok..Kapıların ise açık tutulması yasak, insanlar kaçardiye..İnsanların gece tuvaleti kullanmaları gerektiğinde, barakanın iki köşesinde bulunan kovaları kullanıyorlar..Ve kapıların açılması yasak olduğundan, bu bin kişi bir geceyi dışkılarla aynı yerde geçirmek zorunda..Havalandırmasız ve susuz tabi ki..
Bir yatakta üç kişinin yatması her ne kadar insancıl olmasada, "En azından soğuktan korunmuşlardır" diye geçiriyorum içimden..
Tuvalet olarak kullanılan barakaya geldiğimizde rehberimiz ekliyor
“Toplamda 20 baraka var ve burası tek tuvalet”
Evet burası tuvalet..Susuz bir tuvalet..Yan yana dizilmiş onlarca çukur..
Ve en acımasızcası da, insanlar günde sadece iki kere tuvaleti kullanabiliyor..Sabahları çalışmaya başlamadan önce, akşam kamptan döndüklerinde..Toplam 20 baraka için 1 toplu tuvaletin bulunması ise, kişi başına düşen zamanın yaklaşık 1 dakika olması demek..
İçerisinde su sistemi bulunmayan, penceresi olmayan, "mahremiyet"in sıfır olduğu bu tuvalet sistemi insanı tam anlamıyla dehşete düşürüyor..Bugün evlerimizde "Misafir tuvaleti de olsun ve lütfen ebeveyn banyosu da.." diyerek burun kıvıran bizlerin, bu hayatı anlaması mümkün bile gelmiyor bana..Peki bu vahşetiizleyen ben ne mi hissediyorum?Hani "gerçekle yüzleşme" diye bir durum vardır ya, hani ölümgibi..önce yüzünüze tokat gibi çarpar gerçek, yüzünüz savrulur bir yana,kontrol edemezsiniz, hakim olamazsınız, inanmazsınız, inanmakistemezsiniz..işte öyle bir tokat iniyor yüzüme bugün benim, Auschwitz'deinsanlığın inanmak istemediğim yüzüyle karşı karşıya geliyorum..öyle korkunç kitüm bunlar, içimden şunu geçiriyorum 


"Hadi Nazihükumeti insanlık dışı bu katliamı, sistemli bu ölümleri planladı, pekiinsanları nasıl inandırdı? Nasıl sürükledi milyonları peşinden? Hiç bir insanda düşünmedi mi 'Biz ne yapıyoruz, o insanların yerinde biz de olabilirdik..'diye, bu insanlar, bu katliamda rol alan insanlar nasıl koydu gece yastığabaşlarını? Nasıl savaştı bu insanlar vicdanlarıyla? Hiç mi acımadılar"

Daha bunun gibibir sürü soru kurcalıyor beynimi..Auschwitz sessiz, insanlar sessiz, turgörevlilerinden ve tura katılan insanların ayak seslerinden başka tek bir sesyok etrafta..ölümün sessizliği, dehşetin sessizliği, ölüye saygının sessizliğibelki de..yanımdan insanlar geçiyor, yüzlerinde dehşet ifadesi, gözleri donuk,tek bir noktaya dalıp gidiyorlar benim gibi, eminim içleri de donuk..
Benim mi..tümtur boyunca midem bulanıyor, rehber anlattıkça gözlerim kararıyor benim..Ölümündeğil acımasızlığın sessizliği içimi boğan, gaz odalarında aldıkları hernefeste boğulan insanların sessiz çığlıkları..
Her insanın görmesi gereken yerler vardır ya hani..Bana göre Auschwitz buyerlerin başında geliyor..Ve Avrupa'yı gezmek isteyenlere tek tavsiyem: 
Batı Avrupa'yıbırakın..Doğu Avrupa'yı gezin..
Eiffel Kulesinigörmek hayata farklı bakmanızı sağlamayacak, Roma'daki Collosseum sizi başkabir insan yapmayacak, Barselona'da Paella yemek, Champs Elysee'de yürümüş olmaksizi bir adım öne atmayacak..Elbet bir gün çok istersenizgidersiniz..Londra'daki London Eye'aa binersiniz, elbet bir gün sevdiğinizleyürürsünüz bir kış günü Paris'te..Ama insanlık tarihinde insanların neleryaşadığını görmek isterseniz gelin Auschwitz'i görün..Batı'daki sanatçıların enbüyük derdi sanat eseri yaratmakken ve bunu da başarmışlarken, Doğu'dakiinsanlar hangi şartlar altında yaşamaya zorlanmış bunu görün..
Bu savaş değil..Savaşı anlayabilirim, anlamasam da kaldırabilirim belki..IDünya Savaşı, ekonomik anlamda dünyayı sömürmeye çalışan güçlerlebağımsızlıkları için savaşan güçlerin savaşı, bunu kabul edebilir belkimantığım..Ama bir insanı kanı başka, dili başka, dini başka diye köle yapmayıgeçtim, türlü işkencelerle topluca katletmeyi, kendini damarlarındaki kandandolayı üstün görmeyi almıyor benim aklım.. Eğer sizin de almıyorsa aklınız,kabul etmiyorsa beyniniz gelin bir de burayı görün..


Auschwitz veBirkenau'yu geride bırakırken, gözlerim kararıyor, tüm gün gördüklerikarşısında bulanan midem bunu daha fazla kaldıramıyor, rica ediyorum turrehberinden 
"Minibüsüdurdurabilir misiniz, kendimi kötü hissediyorum" 
diyerek atıyorumkendimi aşağıya, indiğim gibi kusuyorum..Tüm gün içimde biriktirdiğim nefreti,laneti, aklımın almadığı bu insanlık ayıbını içimden söküp atmak istercesinekusuyorum..


Gün nasıl mıbitiyor peki.. Krakow'a döner dönmez tren istasyonuna gidiyorum, bir sonrakidurağım Budapeşte..Trene rezervasyonumu yaptırıp bekliyorum..Tren geliyor, benbiniyorum..ve hayatımda ilk defa yataklı bir trende yolculuk yapacağımı anlıyorum..minicikbir kompartıman, karşılıklı üçer katlı ranzalar..yataklar minicik ama yatakyataktır diyorum, şansıma üçüncü kattayım, tırmanıyorum üçüncü kata, başımıyastığa koyuyorum..Bu gece tek hissettiğim insanlara olan nefretim..
Gözümü kapıyorum ve içimden geçiriyorum : " Auschwitz'de, Birkenau'da ve bunlar gibi onlarca kampta öldürülen sadece insanlar değil..Aynı zamanda insanlık da.."





6 yorum:

  1. Mükemmel bir yazı olmuş.Şu zamana kaadar okuduğum en uzun şeydi heralde 13 yıllık hayatımda. Acayip şekilde etkilendim. Ben '' Çizgili Pijamalı Çocuk'' adlı filmi izledim ve araştırmaya başladım. Bu yeride öğrenince baktım. Burası hakkında birçok film varmış. ''okuyucu'' ''piyanist'' ''hayat güzeldir'' okumanızı tavsiye ederim. Allah kısmet ederse büyüdğüm zaman burayı gezmeyi şu tarihi görmeyi isterim. Bu yazıyı yazan ve orayı gören biri sizii tebrik ediyorum. Hayatta başarılar :)

    YanıtlaSil
  2. Çok teşekkür ederim, eğer hissettiklerimin birazını olsun aktarabildiysem size, doğru yoldayım demektir..Okumakla başladım yazmaya, sana da tavsiyem, okuyabildiğin kadar çok oku..Daha yolun başındasın demektir, hep doğru yolda kalman dileğiyle, bol şans! :)

    YanıtlaSil
  3. Mülkinaz Kaya7 Nisan 2013 01:40

    Kübracım canım..ciğerim..yazını gözlerim dolarak okudum hele sonlarında senin gibi oldum..nazilerin yahudilere yaptıklarını biliyordum ama senin yorumlaman anlatımın ve senin gibi genç bir insanın bu zamanda bu gibi olayra kafa yorması kendini onların yerine koyup onların acılarını duyabilmesi beni dahada duygulandırdı.bide tabi gurur duydum..ne mutlu annene senin gibi bir evladı olduğu için..etrafımda bi dolu boş beyinli empati yeteneği hiç olmayan fitursuzca yaşayan insanlar varken.senin sağlıklı beynin ve güzel yüreğin bana umut verdi..Allah bedenini beynini yüreğini ve karekterini korusun..hayatla ve insanlık adına savaşma gücün hiç eksilmesin.. öpüyorum seni o güzel yanaklarından ..

    YanıtlaSil
  4. Kübra yazın cok etkileyici ellerine saglık.Oraları göremedim ama senin yazınla ordaki insanların geçmişte neler yaşadıgı gözlerimin önüne geldi.Blogunu okumaya yeni başladım mutlaka devam edicem. Bu arada sana söylemiş oldugum piyanist filmini izle mutlaka bu anlattıklarını beyaz perdede izlemiş olcaksındır..

    YanıtlaSil
  5. şuan Lodzdayım ve yarın sabah itibariyle krakow için yola çıkacağız.katıldığımız tur bizi kampa götürmeyeceği için orada bir gece konaklayp auschwitz e gideceğiz.Yazıları okurken bile dehşeti ensemde hissettim .çok etkilendim ve en önemlisi orayı gezerken meraklı bir turist gibi değilde acıyı hisseden kendini onların yerine koyan bilinçli bir birey gibi dolaşacağım .Hislerine sağlık hoşçakal..

    YanıtlaSil
  6. Merhaba Ceren,
    Hayata dokunmus, insanlığın ölümüyle karşılaşmış bir insansın sende artık..
    Yüreğine sağlık..

    YanıtlaSil