8 Kasım 2013 Cuma

Ankara : Aylak Madam !


1 Kasım 2013

Ankara'da, Kızılay'da, Karanfil Sokak'ta, hiç bilmediğim bir şehirde, hiç bilmediğim bir kokuyla baş başayım..
Ankara'ya ayak basmamla birlikte, kafamdan geçen bin bir düşünce..Hakim olamıyorum beynime.."Bir sus da bir rahat etsin kafam" diyemiyorum..
Şikayet etmek gibi olmasın hiç, bilinçaltımla da mutluyum hani..
Ankara'nın en çok nesini seversiniz demişler ya Yahya Kemal'e bir gün..Hani o da "Istanbul'a dönüşünü" diye cevap vermiş..
Belki bu sebepten olsa gerek, biraz da Istanbul'da doğup, Ortaköy'de büyümüş olmanın verdiği deniz sevgisi olduğu için içimde; Ankara bana hep kapalı, kimi zaman ölü, kimi zaman ise "karanlık bir memur şehri" olarak gelmiştir..
Geleceğimi duyduğundan olmalı, Ankara'da güneş açmış..Belli ki gözümdeki imajını düzeltmek, bana neşeli tarafını göstermek istiyor içten içe..
Haklı olarak içinizden geçiriyorsunuzdur siz şimdi..
"Madem bu kadar önyargılısın Ankara'ya karşı, neden buradasın?" diyorsunuzdur..Haklısınız da..
O zaman hadi anlatayım..
16 Yaşındaydım henüz tanıştığımızda..Dershanenin ilk günü, küçücük sınıfta, yanımda oturup bilmiş bilmiş konuşan bir kız..
Bende bir o kadar bilmiş olduğumdan olsa gerek, daha ilk günden sinir olduğumu itiraf etmeliyim..
Bizimkisi ilk görüşte aşk değil de ilk görüşte sinir anlayacağınız..
Ve işte o ilk günlerde sinir olduğum kız için buradayım..Onun sayesinde bu sokakta, onun sayesinde Aylak Madam'dayım..
O günlerde benim için sadece "O Kız" olan Müge ile 7 sene geçip gitti hayatımızdan?
Son 5 senede, ayrı şehirlere düştüğümüzden, en büyük keyfimiz Happy Moons öğünleri haline gelmiş olsa bile, her gününü beraber geçirdigimiz dopdolu iki senemiz var bizim..
Simdilerde birbirimizi yılda 4-5 kere görebildiğimizden, uzun sohbetler ardından başlayan boğaz ağrılarımız mevcut bir de..
Yan yana oturup çözdüğümüz binbir türlü test, KTT, OSS Denemesi, Ozdebir var..Beraber kurulmuş üniversite hayalleri, OSS stresi ile alınan kilolar,uzun kahve falları, kaş kalınlaştırma çabaları, sahilde horon tepmelerle dolu, anılarla dopdolu iki senemiz var..
Ankara'ya ilk defa gelmişim gibi yanlış bir izlenim yarattıysam affola..Çocukluğumda Anıtkabir'i ziyaret etmişliğim ve şimdilerde hayal meyal hatırladığım bir anı var Ankara'dan geriye kalan..Anneannem ve dedem ile kocaman bir parkta, bir göl kenarında oturmuşluğumuz var..Ve bir de OSS sonrası annem ve Ozan ile Bilkent ve ODTU gezimiz sonrası bir de Ata'yı ziyaretimiz..
Düşünüyorum da, üstünden yıllar geçmiş..
Zaman ne çabuk geçmiş..
Ve işte şimdi, yıllar sonra Ankara'da olmak, tek başıma, Aylak Madam'da oturmuş tost yiyor olmak içimde tek bir duyguyu canlandırıyor : BÜYÜMÜŞ OLMAK!
..
Ispanya'da geçirdiğim bir sene boyunca Avrupa'yı tek başına gezmiş olan ben, içimde Türkiye'yi gezme isteğiyle dönüyorum ülkeme..Müge'nin Kep Töreni sayesinde ise ilk olarak Ankara'ya düşürüyor yolumu..
Sabahın altısında Cisot'un beni havaalanına bırakmasıyla, içimi bir heyecan kaplıyor..Sormayın nedenini, bilmiyorum..Kalbim pır pır..Havaalanına adımımı attığım anda kalbim bir serçe yavrusununki gibi pır pır..
Kalbimin atışından anlıyorum ki, ben SEVİYORUM..
GITMEYI seviyorum..
Nereye olursa olsun, yanımda bir kaç parça eşya, elimde kitabım, aklım hep başımda, kalbim yanımda,sevdiklerim içimde..
Ben gitmeyi SEVİYORUM..

Bir sene öncesine kadar uçağa binmemek için elinden geleni ardına koymayan, yolculuktan bir hafta öncesinde korkudan uykuları kaçan ben..Simdilerde her uçağa bindiğinde kalbi yine ağzında atan yine ben ama bu sefer korkudan değil de heyecandan, mutluluktan..
Benim bir sene içinde öğrendiğim bir şey varsa o da, uçağın beni sevdiklerime kavuşturduğu..
Gittiğim şehirde özlediğim tanıdığım kimse yoksa bile, biliyorum ki uçak beni kendime kavuşturuyor..
...
Ankara'da en bilindik yer Kızılay'dır ya hani..40 Dakikalık bir uçak yolculuğu sonrasında Kızılay otobüsüne biniyorum.Takılıp kaldığım kitapta aklım..Zülfü Livaneli, "Leyla'nın Evi"..Okulun başlaması ile ister istemez kendimi içinde bulduğum yoğun, belli bir zaman sonra ise monoton hale dönüşen ama yinede çok sevdiğim ve miniklerimle birlikte geçirdiğim zamanı, annemle yatakta yaptığımız is sohbetlerini, kardeşimle yediğim yemekleri, Tayfun ve Kazım ile kahve molalarımızı, kızlarla nargile sohbetlerimizi, her aksam yorgun gidip enerjik çıktığım tiyatro provalarının tadını hiç bir şeye değişmesem de, Ankara'ya adım atar atmaz biliyorum ki benim arada sırada gitmem gerek, kaçmam gerek..Bu sadece benim için değil, çevremdekiler için de gerekli bir gidiş..Kimi zaman enerjimle yorduğum, kimi zaman yoğunluk stresiyle boğduğum insanlar için de gerekli benim gitmem..
...
Dün akşam Erinç'le yaptığımız uzun sohbete gidiyor aklım..Hiç beklemediğim bir anda arayıp,içimdeki tüm sıkıntıyı bir çırpıda kurtulmak istermiş gibi anlatışım, cümleleri birbiri ardına dizişim geliyor aklıma..Ve dün akşam kalbime dokunan tek bir cümle:
"Sen git biraz ve blogunu yazmaya devam et Kübra"
Bak Erinç, Ankara'ya adımımı atar atmaz başladım yazmaya..
...
Aklım Leyla'da kaldı dedim ya hani, Leyla'nın Evinde..Kafam karmakarışık, milyonlarca düşünce akıp gidiyor adeta..Başımı kitaptan kaldırıp, Ankara'ya bakıyorum..Ilk bakışta bana verdiği izlenim : Ankara inanılmaz düzenli bir şehir..
Düzeni batıyor bana ilk etapta..Kendime Istanbul'un düzensizliğiyle, düzensizliğin içinde düzenli bir hayat kurmuş olan bana zor geliyor bu düzen..Tıpkı kafam gibi, tıpkı içim gibi, tıpkı masam gibi..Düzensizliğin içinde düzenimi kurmayı seviyorum ben..Düzensiz şehirlerin, düzensiz hayatların insanıyım ben..
Tüm bunlar geçerken içimden, kendi kendime konuşurken ben, Kızılay olduğunu düşündüğüm bir meydana yaklaşıyoruz..
Bu arada yol boyunca yolu sağlı sollu bürokratik binalar şehre ciddi bir hava kattığından olsa gerek canımı sıkıyor..
Leyla'yı bavuluma koyuyor, otobüsten iniyorum..
Tanımadığım bir şehirde,tanımadığım insan kalabalığının arasında karşıdan karşıya geçmenin kokusunu çekiyorum içime..
Kalabalık Kızılay..Saşkınlıkla etrafıma bakınıyorum..
Simdilik tek bir isteğim var benim, bir fincan kahve..Yazı yazabileceğim küçük bir kafe..
Ben şehirleri müzesinden değil, sokaklarından, kahvesinden, kokusundan tanıyanlardanım..
Belki de bundandır, ayak bastığım her şehirde bir Hoşgeldin Kahvesi içmem..
Tek bir şartım var: Sokakta Olsun!
Her ne kadar günlük hayatımda fark etmiyor olsam da, anlıyorum ki Ispanya'nin kültürünü de yaşam tarzını da ister istemez benimsemişim..
Kızılay Meydanında bir Plaza Mayor arıyor gozlerim..Etrafa bakınıyorum..Adı Meydan ya hani, sanıyorum ki, meydanı çevreleyen kafeler ve bir de insan kalabalığı saracak etrafımı..Ama yok..
..
Nereye doğru gitmem gerektiğini bilmeden dümdüz devam ediyorum..Boş boş bakınıyorum etrafa..Koskoca bir süs havuzu önümde..Hüzünlü sanki..
Etrafını sarmalamış mermer banklar, banklarda bekleyen insanlar..Ellerinde termoslarla gezinen çaycılar..
Kim bilir her gün kaç insanın içini ısıtıyordur bu çaycının bağırmaktan kısılmış sesi..
"Umarım yaptığı işin samimiyetini farkındadır" diyerek geçip gidiyorum yanından..Tıpkı binlerce insanın her gün yaptığı gibi..Ama FARKINDA OLARAK, MUTESEKKUR OLARAK..
Cay satan adamı ve bekleyen insanları arkamda bırakarak, bir sokağa giriyorum..
..
Yazmak, hastalık gibidir kimi zaman.."O an" geldi mi, duramaz insan..Doğum sancısı gibi biraz..Yazayım, aksın gitsin istiyorum..O an bilgisayarımı yanıma almamış olmanın pişmanlığı kaplıyor içimi..Uzülüyorum bir an için ama olsun..Kalem tutmayalı da çok olmuştu..
Öyle anlar oluyor ki hayatımda, yazmak tek sığınağım oluveriyor..Tek kacış, tek arkadaş..
Ve işte bu yüzden de ben yazmayı sevdiğim gibi, yaşamayı sevdiğim gibi, yalnızlığı da seviyorum kimi zaman..
..
Hayatımla ilgili öyle çelişkiler yaşıyorum ki, kendimi anlamaktan vazgeçiyorum çoğu zaman..Bir yanım nasıl gitmek arzusu ile dolu ise, diğer yarım da bir o kadar kalmaktan yana..
Bir yanım ne çok seviyorsa kalabalık sofralarda yemek yemeyi, diğer yarım da öylesine aşık "yalnız" kahvelerin tadına..
..
Kızılay Sokaklarında aylak aylak dolaşıp, kendimde kaybolduğumu anladığım an, Muge'yi aramak geliyor aklıma..Ve soruyorum
"Action, bana oturup kahve içebileceğim seker bir yer önerebilir misin acaba?"
..
Karanfil Sokak'ta Aylak Madam diye bir kafe var, sokağın sonunda, solda..
Bir polis görüyorum, ona soruyorum Karanfil Sokağı..
"Surada polis var ya hani, iste oradan sağa dön" diyor..
Anlamış gibi yapıp, etrafıma bakınıyorum..Polis molis yok buralarda be abicim..
Önüme bir taksici çıkıyor, bir de ona sormak istiyorum..Acaba benim göremediğim polis nerede...
Taksici sağolsun açıklıyor:
"Bak şurada Colins var görüyor musun, o sokaktan sağa don,dümdüz devam et, orası Karanfil Sokak"
Teşekkür edip gülümsüyorum..Içten içe de kendime gülüyorum..Meğer biraz önceki polis de bana Polis değil Colins demiş de ben anlamamışım..
Müge'nin tarifine güvenerek, hızlı adımlarla sokağın sonuna doğru devam ediyorum..
Ve nihayet, Karanfil Sokağın sonunda, solda: Aylak Madam
Içeri girdiğim anda tam anlamıyla ile AFALLIYORUM!
Içerisi o kadar BEN ki, BENLİK ki..Nereye oturacağımı şaşırıyorum önce..Rengarenk, sıcacık bir kafe, hafif bir müzik geliyor arkadan..Hemen girişte, sağda minik bir kütüphane, duvarlar resimlerle dolu..Genç bir adam karşılıyor beni içeride..Şapşallığımı, şaşkınlığımı, kararsızlığımı anlamış olacak ki "Buyurun önce oturun isterseniz" diyor..En köşedeki masaya takılıyor gözüm..Bavulumu bırakı


bırakmaz "Bir kağıt bir de kalem alabilir miyim acaba?" diye soruyorum..
 
Menüden önceki bu garip isteğim, genci şaşırtıyor olsa gerek..Upuzun bir kağıt, bir de kalem getiriyor bana.Uzeri desenli, normalde servis kağıdı olarak kullandıkları kağıtlardan bunlar.."Hem anı olsun size bunlar" diyerek beni kalemimle, kağıdımla başbaşa bırakıyor...
"Resim çekmemin bir mahsuru var mı?" diye soruyorum..
"Tabi buyrun, istediğiniz gibi çekin" diyor, buyuruyorum..
Bol sütlü bir kahve, bir de Madam Tost rica ediyorum..
Kahvem gelmeden, başlıyorum yazmaya..
Kahvem de geliyor 5 dakika içinde..Aylar sonra ilk defa, Ben
ile kalıyorum..Bir elimde kalemim, bir elimde kahvem..
Okuldan, Istanbul'dan, sevdiklerimden uzakta, kalabalıklarda kaybettiğim ben'i buluyorum..
Ve artık biliyorum ki, bir şehri şehir yapan, denizi değil, kahvesinin kokusu, insanlarının gülümseyişi imiş..
Durun, daha gormedim Ankara'yı..Daha üç günüm var şehri koklayabileceğim..
Ama size bir tavsiye:
Bir gün Ankara'ya düşerse yolunuz, olur da Ata'ya yalnız olmadığını hatırlatmak isterseniz, Karanfil Sokağa uğramadan dönmeyin derim ben..Colins'ten sağa döndüğünüz gibi, önünüze çıkan merdivenleri çıkın tek tek..
Dümdüz devam edin, sokağı bitirdiğinizde sağda, içerisi kırmızı-mor, dışarıda beyaz bir tabela, beyaz bir tahta, üzerinde bir dize yazılı.. Diyeceğim o ki, Aylak Madam'ın kahvesini içip, bu büyülü atmosferi tatmadan dönmeyin Ankara'dan..
Uzun zamandır beni ben yapan, şehrin kalabalığında tutulduğum yazamama hastalığından beni kurtaran, özlediğim Kübra'yı bana geri veren, oturup yazı yazdığım 3 saat boyunca hiç bir türlü yardımı esirgemeyen Aylak Madam'a sonsuz teşekkurler!


Içimdeki bu gitme arzusu hiç bitmesin!
Ankara'dan Sevgiler!



Aylak Madam Kahve Evi
Karanfil 2 Sokak No:77/B Bakanliklar 06640 Ankara 
Tel. 0312 419 74 12
www.aylakmadam.com
rezervasyon@aylakmadam.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder